Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı

15.12.2024 medyascope.tv

11 Aralık 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Bugün gazeteci Murat Yetkin’in en son kitabını; Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı’nı (Doğan Kitap, Kasım 2024) konuşacağız. Daha çok tâze çıktı, ama kitap çıktıktan çok kısa bir süre sonra Suriye’de olanlar oldu. Suriye’de bir rejim yıllar sonra yıkıldı. Bunları da konuşacağız, ama öncelikle kitabı konuşacağız. Murat, merhaba.
Murat Yetkin: Merhaba Ruşen. 

Ruşen Çakır: Sen kitabı yazıp teslim etmişsin, ama önsözünde sürekli, “Şu anda şu oldu, şu anda bu oldu” diye de notlar geçmişsin. Anladığım kadarıyla 7 Ekim 2023’te Hamas’ın saldırısıyla başlayan o olağanüstü sürecin bir yerinde kitabı hazırlıyorsun, ama her şey birbirine giriyor. Artık bir yerde durmuşsun ve kitabı yayımlamak zorunda kalmışsın. Bugüne bu kadar denk gelen bir kitap olamazdı. Bunun içerisinde bol miktarda Suriye de var, Baas rejimi de var, ama başka şeyler de var. Öncelikle tebrik ederim.
Yetkin: Teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Şunu hızlıca sorayım: Bu kitabı daha yeni yazmış birisi olarak, Suriye’nin 12 yıl sonra –çünkü ilk savaştan bu yana 12-13 yıl geçti– 12 gün içerisinde rejimin yıkılacağını hiç düşünüyor muydun? Aklına gelir miydi?
Yetkin: Açıkçası hayır. Zâten “Ben bunu bekliyordum” diyen kim varsa yalan söylüyordur bana kalırsa. Bir şeylerin olacağı konusunda herkesin bir tahmini olabilir; ama bu kadar hızlı bir ilerleyiş ya da bu kadar hızlı bir çöküş, herhalde kimsenin, ne Washington’un ne Moskova’nın tahmini değildi. Özellikle Moskova’nın ve tabiî Ankara’nın da. Dolayısıyla çok kısa bir süre içinde gerçekten bir “içine doğru çöküş”e sahne oldu. Ama tabiî bunu 12-13 gün diye düşünmemek lâzım. On üç yıl süren bir iç savaş ve onun birikimi var. Tabiî senin de vurguladığın gibi, bu sâdece bir Suriye kitabı değil. Fakat son zamanlarda özellikle İsrail, Gazze fâciası, Lübnan, Suriye öne çıktı. Yoksa Ortadoğu… Ben bu “Ortadoğu” kavramına da karşıyım, onu da kitapta açıkladım; ama yerine bir şey koyamıyoruz şimdilik. Bu bölgede olup bitenler, gerçekten rejimin yıkılmasıyla, Esad’ın Moskova'ya ilticâ istemesiyle sona ermiş değil; bütün hızıyla da devam ediyor. Dün de bunu gördük, bugün de görüyoruz.

Ruşen Çakır: Senin bundan önce yazdığın son kitaplarına bakıyoruz: Meraklısı İçin Entrikalar Kitabı (Doğan Kitap, Kasım 2017), Meraklısı İçin Casuslar Kitabı (Doğan Kitap, Kasım 2018), Meraklısı İçin Darbeler Kitabı (Doğan Kitap, Aralık 2020). Bunların hepsini okuduğum için biliyorum; şimdi bu Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı’nda da, Allah için, entrika var, casusluk var, darbe var. Yani Ortadoğu’nun hayâtı, farklı farklı ülkelerin entrikalarından, bâzen içeride kurulan entrikalardan oluşuyor. Ama içerideki entrikaların büyük kısmının ya doğrudan ya da dolaylı olarak bir dış bağlantısı var. Bu kadar çok ve birbirinden farklı gücün birbirine sürekli komplo kurduğu, belki sürekli ihânet ettiği bir yer.  Son 100 yılda ya da 150 yılda kurulan ülkeler, devrilen rejimler, parçalanan ülkeler… Ortadoğu’nun böyle bir özeti var galiba, değil mi?
Yetkin: Aslında son yüz yılın da ötesinde bir hikâye anlatmaya çalıştım ben. O yüzden kitabın arka kapağında, kitabın sloganı olarak, “Ortadoğu geçmiş zamanla yazılamaz, şimdiki zamanda yazılmaktadır” diye belirttim. Çünkü müthiş bir süreklilik var. Buna son yüz yıl gibi baktığımızda, evet, benim de detaylara girişim 19. yüzyılın sonundan îtibârendir. Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülmesi sürecinden îtibâren epeyce ayrıntılara girdim. Belki daha önce kurulmamış başka bağlantıları, kurulmamış iddiaları da ortaya atarak girdim. Bu sürece bakarsak, bunun bir petrol yüzyılı olduğunu söylemek mümkün.
Ortadoğu dediğimiz bu bölge, Hicaz, Filistin ve Mezopotamya bölgesi, târih boyunca uygarlıkların, savaşların ve kültürlerin de doğduğu bir bölge. Bunu sâdece bir petrol savaşına ve etnik kavgaya indirgemek son derece yanlış. Ortadoğu’nun târihi perspektifinden bakarsak, Haçlı Seferleri’nden bugüne, mevcut aktörler arasına sâdece bir tânesi ekleniyor, o da Amerika Birleşik Devletleri. Ancak o da daha Amerika keşfedilmediği için yok; ama İngiltere, Fransa, hepsi var. Yani baktığımızda Haçlı Seferleri’nin bütün aktörleri değişen rollerle, değişen ağırlıklarla bugün de bölgede söz sâhibi, aynı zamanda bölgedeki karışıklıklardan sorumlu. Bu kitapta böyle bir hikâye anlatmaya çalıştım.

Ruşen Çakır: Ortadoğu deyince dünyanın aklına önce Araplar geliyor belki. Ama Ortadoğu’da önemli oyun kurucular ya da oyun bozucular var. Bâzen kuruyorlar, bâzen bozuyorlar. Kitabın bir yerinde bir Amerikan ajanının söylediği, “Oyunu değiştiremiyorsanız oyuncuyu değiştirin” diye bir lâfı var.
Yetkin: Onu kısaca açıklayayım. O Amerikan ajanının söylediği şey çok önemli. Çünkü Amerikan ajanı bunu Suriye için söylüyor. Biliyorsun CIA II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1947’de kuruluyor. CIA’in ilk dış darbesi 1949’da Suriye’de. İşte o darbeden sorumlu Amerikan ajanlarından birinin Washington’a geçtiği raporda yazıyor bu: “Oyunu değiştirmiyorsak oyuncuyu değiştireceğiz” diye ve oyuncuyu değiştiriyorlar.

Ruşen Çakır: Şimdi de biraz öyle oldu sanki. Oyuncu değişti, ama epeyce değişti. Arap olmayan ülkeler ve gruplar Ortadoğu’nun kaderinde sanki çok daha etkili. İlk akla gelen İran tabiî ki; İsrail ve Türkiye; bir de devlet olmayan Kürtler. Kürtler devlet olarak ortada değiller; ama belli bir süre Irak’ta bir özerk yönetim, arada kısa bir Mahabad Cumhuriyeti var. Ortadoğu deyince ben şahsen Araplardan ziyâde, esas olarak Arap olmayan güçlerin Ortadoğu’nun dengesini kurduğunu düşünüyorum. Çok mu abartıyorum?
Yetkin: Biraz ekleme yapmak mümkün. Birincisi, devlet olmayan aktörler arasında sâdece Kürtler yok. Meselâ Şiî Araplar var. Onların da bir devlet geleneği yok. Orada Hizbullah diye bir örgüt var. Şu anda İsrail’in darbeleriyle çok zayıflamış görünüyor, ama onlar da var. Yani devlet olmayan aktörler olarak sâdece Kürtleri koyamıyoruz sahneye. Bu birincisi.
İkincisi, Arapların bölge dengeleri üzerinde hiç etkili olmadığını düşünmek, abartma demeyeyim de, eklemeye ihtiyaç duyulan bir durum. Kitapta çok ayrıntılarıyla gösterdim, yani bunun üzerine bayağı bölümler, fasıllar var. Meselâ 1916’daki Sykes-Picot Antlaşması Britanya İmparatorluğu, Fransa ve sonradan Rusya’nın da katıldığı o meşhur gizli anlaşma, Osmanlı Devleti’nin bölüşülmesi ve Ortadoğu’nun aslında bugünkü gibi Arap ağırlıklı olarak ortaya çıkması. Bu anlaşma hakkında bizim şimdiye kadar bildiğimiz, benim de bu araştırmalara başlayana kadar zihnimde olan şöyle bir kalıp vardı: “İngilizler kışkırttı, Araplar ayaklandı”. Ben bu denklemi kitapta biraz tersine çevirmeye çalıştım. Ya da çevirmeye çalışmadım, böyle olduğunu gördüm. Çünkü İngilizleri bu anlaşmaya, bu haritalandırmaya sevk eden şey, aslında Mekke Şerifi Hüseyin. Yani Arap faktörü var, onun üzerine kuruluyor. Aslında 1917’de Sovyetler Birliği’ndeki Bolşevik Devrimi’yle bu antlaşma patlıyor. Orada zaten bu antlaşmanın hiç tutmayacağı ortaya çıkıyor. Çünkü plan Mekke Şerifi Hüseyin tarafından hazırlandığı için, İsrail diye bir ülke yok. Bu ortaya çıkınca, başta Rothschild Âilesi olmak üzere Yahudi sermâyesi, “Bize nasıl yer vermezsiniz?” diye Avrupa’da isyan ediyor. Bunun üzerine, Filistin topraklarında Yahudiler için bir millî yurt vaat eden o meşhur Balfour Deklarasyonu çıkıyor. Bu tür gelişmeler var. Dolayısıyla Arapların da bölge dengeleri üzerinde söz sâhibi olmadığını söylemek tam doğru değil bana kalırsa.

Ruşen Çakır: Bu kitapta Soğuk Savaş da çok önemli bir yer tutuyor doğal olarak. Soğuk Savaş esas olarak Doğu Avrupa’da yaşansa da, belli bir aşamadan sonra Ortadoğu’da bayağı önemli bir yer tutuyor. O konuda konuşacak çok şey var, ama aklıma basit bir soru geliyor: Sovyetler Birliği yıkıldı, yerine Rusya Federasyonu geldi, bağımsız ülkeler kuruldu; bakıyoruz ki düne kadar Suriye’nin en büyük destekçilerinden birisi Rusya. Yani Putin ya da sonraki Rus yönetimi, ama esas olarak Putin, aslında bir anlamda Sovyetler Birliği ile Suriye’nin kurmuş olduğu ilişkinin bir başkasını kuruyor. Buradaki süreklilik çok ilginç geliyor bana.
Yetkin: Evet, işte o yüzden de şimdi Esad rejiminin devrilmesi… Baas rejimi diyelim, ama sadece Baas rejimi olarak anmak doğru değil, çünkü Baas rejiminin ilk ortaya çıkması 61 yıl önce, sadece bir oligarşi havasında değil. Evet, darbeyle gelmiş, ama daha çeşitlilik arz eden bir şey. Baas Partisi’nin kurucusu Mişel Eflak, zaten kendisi Hıristiyan azınlığa mensup bir Arap. Dolayısıyla burada “Esad rejimi” denmesinin nedeni, 1970 yılında Hafız Esad’ın, Baas rejiminin yönetimine yaptığı bir darbeyle Suriye yönetimini ele geçirmesi, aslında 54 yıldır Esad Âilesi etrâfındaki oligarşiyle yönetildiği anlamına geliyor. Sovyetler Birliği’nin de desteklediği, Rusya’nın da desteklediği aslında buydu. Tabiî Rusya’yı Sovyetler Birliği döneminden de öteye, ayrı bir yere koymak lâzım. Çünkü Suriye iç savaşının kopuşundan îtibâren, Esad rejimi, Esad oligarşisi, diktatörlüğü –artık nasıl adlandırırsanız–, temel olarak Rusya’nın ve İran’ın sun’î teneffüsü iledir. Örtüştüğü yerler olmakla birlikte İran’ın oyun planı başka, Rusya’nın oyun planı başka. Ama Tartus’taki deniz üssü, Libya’da, özellikle Kaddafi’nin devrilmesinden sonra Rusya’nın, bütün Akdeniz, Kızıldeniz, Süveyş, Ortadoğu, Basra’daki tek askerî üssü olarak kalmıştı. Yani bundan kolayca vazgeçeceğini düşünmek zâten biraz safdillik olurdu. Kaldı ki, Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye için savaşmayacağı, Obama yönetiminin Suriye’de kimyasal silâh kullanımı iddiasıyla aşıldığı belirtilen “kırmızı çizgi”yi yalayıp yutmasıyla ortaya çıkan tablo, Rusya’yı acâyip cesâretlendirdi. 2014’te hem Suriye’ye girdi hem Kırım’ı işgal etti. Orada bir dönüm noktası, bir kırılma yaşadı Rusya. Ondan sonra Suriye’ye çok daha güçlü bir şekilde döndü. Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim Havva Üssü’nü kurdu, Tartus’taki deniz üssünü güçlendirdi.
Senin de dikkatini çekmiştir, HTŞ harekete geçer geçmez, Halep’e yönelir yönelmez yayınladığı bildirilerden bir tânesinde Rusya’ya, “Bizim sizinle bir problemimiz yok. Bizim derdimiz Esad’ı devirmek, size dokunmayacağız” dedi. Hakîkaten de bir haber ajansının geçtiği habere göre, Hmeymim Hava Üssü’ne 700 metre kadar yaklaştılar ve durdular. Hiçbir şey yapmadılar. Bunun karşılığında Rusya da Tartus’taki üç firkateyn ve bir denizaltısını açığa çekti. “Tamam, biz sizin savaşınıza karışmayacağız” diye. “Bu sizin savaşınız” lâfını, birkaç gün sonra, Amerika’nın seçilmiş başkanı, 20 Ocak’ta görevi devralacak Trump da söyledi. “Suriye bizim işimiz değil.” Dolayısıyla böyle tuhaf bir kırılma yaşanıyor. “Rusya ve İran kaybetti” denilen bir bakış var. Ben bunu, “İran kesinlikle kaybetti, Rusya’ya bakacağız” diye okuyorum doğrusu.

Ruşen Çakır: Biraz Türkiye’den bahsedelim. Kitapta çok geniş bir şekilde yer alıyor. AK Parti iktidârı döneminde dile getirilen, Türkiye’nin bölgesel güç olma iddiası var. Bu iddianın en fazla kendini gösterdiği anlardan birisi, Türkiye ile Suriye arasındaki yakın ilişki, ortak kabine toplantıları, hattâ Türkiye'nin bir anlamda Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yapmaya soyunması anları vardı. Sen Ankara’da bunları çok yakından tâkip ettin, kitapta da var bunlar. Onlar hakîkaten bir zirve gibiydi, mûcizevî bir şeydi, ama sonra hem Suriye ile hem İsrail’le, neredeyse herkesle bu olay bozuldu. Ama şimdi bu son Suriye’nin düşmesi olayında, içeride ve özellikle dışarıda yapılan yorumlara baktığımızda, Türkiye’nin bölgesel güç olduğu vurgusu çok güçlü yapılıyor. Meselâ bunlardan biri, John Hopkins Üniversitesi’nden uluslararası ilişkiler profesörü ve Ortadoğu uzmanı Vali Nasr. Nasr’ın Foreign Policy’de yazdığı, “Esad sonrası Ortadoğu’da İran’ın kayıpları, Türkiye’nin kazanımları” başlıklı yazısını https://medyascope.tv/2024/12/10/vali-nasr-yazdi-turkiyenin-ortadogudaki-yukselisi-tum-aktorleri-etkileyecek-bir-guc-kaymasi/ Medyascope’ta Türkçeye çevirerek yayınladık. Sen Türkiye’nin bu bölgesel güç olma iddiasını nasıl okuyorsun? Bu hakîkaten doğru bir saptama mı, yoksa abartılı mı?
Yetkin: Türkiye’nin bölgesel güç olduğu gerçeği bu gelişmelerle biraz daha güçlendi. Çünkü Türkiye daha önce de bölgesel güçtü. Gerçi bizde eski yerleşik düzen, “Hayır, bizim Ortadoğu’yla ne alâkamız var?” diyerek bunu küçültmeye çalışıyordu. Aslında bu zinciri ilk kırmaya başlayan kişi, merhum İsmail Cem olmuş. Kitapta bunu da vurguladım. İsmail Cem’in dışişleri bakanlığı döneminde Ortadoğu’ya çok özel bir önem verildi; Filistin’le bağlar güçlendirildi. Türkiye’nin Ortadoğu’ya özel ilgi göstermesi gerektiğini, şimdiye kadar hatâ yaptığını, uzun yıllardan sonra ilk dile getiren dışişleri bakanı, aslında Ahmet Davutoğlu’ndan önce İsmail Cem olmuştu. Bu da bir gerçeği yansıtıyordu. Ama özellikle Suriye İç Savaşı’ndan sonra, 2013, 2015-2016 yılları arasındaki bocalamanın ardından –ki o bocalamanın nedenlerini de kitapta çok açık olarak göstermeye çalıştım–. 2016’dan îtibâren Türkiye’nin izlediği politika, bölgesel güç olma konumunu güçlendirdi bana göre. Kitap için görüşünü aldığımda, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, “Zâten biz bu oyuna girmeseydik göçmenler yine gelecekti, ama masada yerimiz olmayacaktı” sözü, bence son dönemi özetleyen bir sözdür. Bunu kayda geçirmek lâzım. Dolayısıyla dışarıda da başlayan bu yorumların bir temeli var. Türkiye şu anda Ortadoğu masasında, ama olmayabilirdi.

Ruşen Çakır: İslâmcılık, Ortadoğu’da Müslüman Kardeşler ve daha sonra cihadcı örgütler, ama esas olarak Müslüman Kardeşler ve benzeri yapılar kitapta bol miktarda yer alıyor. Geçenlerde Behlül Özkan’la bir yayın https://medyascope.tv/2024/12/06/1982deki-hama-ayaklanmasindan-bugune-video/ yaptım. Biliyorsun onun, 1982 Hama Ayaklanması’na katılan Müslüman Kardeşler’in rolü ile ilgili yazdığı bir makalesi https://yetkinreport.com/2020/03/02/film-gibi-bir-musluman-kardesler-ve-suriye hikayesi/amp/?fbclid=IwAR0BMrqn1ue9YaNfLO1VNoL_zXMmHlVSwsWbzzg7oLzt8hnVfQbvzqyfI_4 var.
Yetkin: Biliyorum, ben basmıştım Yetkin Report’ta.

Ruşen Çakır: Behlül’le yayını tam Hama düştükten sonra yapmıştık, daha Şam’a sıra gelmeden. Behlül o makalesinde, Hama Ayaklanması’nı aslında İslâmcıların yaptığını, ama İslâmcılık’la hiç alâkası olmayan güçlerin desteklediği bir durum olduğunu, belgeleriyle çok net bir şekilde gösteriyor. Meselâ destekleyenlerden birisi Türkiye’deki 12 Eylül askerî rejimi. Senin bu kitabında da değişik İslâmcı figürlerin, değişik ülkelerle ve istihbârat servisleriyle garip ilişkileri üzerine çok belgeli anekdotlar var. Meselâ İngilizlere karşı ayaklanan Müslüman Kardeşler’in yurtdışındaki temsilcisinin, İngiliz gizli servisiyle düzenli irtibat hâlinde olması çok çarpıcı. Tabiî Soğuk Savaş döneminde gelişen Yeşil Kuşak Projesi de bayağı ilgi çekiciydi. Yakın dönemde de “Büyük Ortadoğu Projesi” tanımlanıyor. Bu tür İslâmî hareketlerin ne kadarı kendilerinden ne kadarı dışarıdan, bunu ölçmek mümkün değil tabiî; ama kimi zaman tamâmen yönlendirmeyle, kimi zaman kendi gücüyle bir yere gidiyor. O isyan/ayaklanma çıktıktan sonra üçüncü taraflar olaya dâhil oluyor. Bölgedeki İslâmcılığın iniş çıkışını ve dış güçlerin onlarla ilişkisini sen nasıl özetlersin?
Yetkin: Bu açıdan baktığımızda, gerçekten kendi dinamiğiyle yola çıkan ilk siyâsî İslamcı hareketin Müslüman Kardeşler (İhvân-ı Müslimîn) olduğunu söylemek mümkün. 1928’de Mısır’da iki amaçlı olarak kuruluyor. Amaçlardan bir tânesi, Türkiye hilâfeti kaldırdığı için hilâfetin geri getirilmesi, ikincisi ise İngiliz işgaline karşı Mısır’da mücâdele. Aslında ikili karakter var burada. Biri Mısır açısından milliyetçi bir karakter, Arap milliyetçiliği; ikincisi de Türkiye’ye karşı hilâfetin geri getirilmesi. Fakat sonradan aldığı şekil inanılmaz. Yahudi düşmanlığı, Nazilerle işbirliği yapmalarına zorluyor. Sonra II. Dünya Savaşı’nda, bu sefer CIA gizli servisinin etkisine giriyorlar. Behlül Özkan’la da bu konuları çok konuşuyoruz. Kendisi, Müslüman Kardeşler ve kökleri konusunda Türkiye’deki sayılı uzmanlardan birisidir, hakkını teslim etmek lâzım. Müslüman Kardeşler’in Suriye’deki son dönem varlığında, Adalet Kalkınma Partisi’nin bir kandırılmayı da burada yaşadığı ya da kendi kendini kandırmayı burada yaşadığını söyleyebiliriz. 15 Temmuz’dan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Rabbim ve milletim bizi affetsin, kandırıldık” demişti ya? Aslında Müslüman Kardeşler konusunda da böyle bir durum söz konusu. Bunu şimdi daha net görebiliyorum ve kitapta da ayrıntılarıyla ortaya koydum. Müslüman Kardeşler’in hâlâ Suriye’de gerçek bir güç olduğunu varsaydı Adalet Kalkınma Partisi. Özellikle 2011’de iç savaşın ilk patlamasıyla berâber. Oysa Behlül Özkan’ın çok net yaptığı tahlillerle, 1982’de Hama’da birkaç gün içinde Hafız Esad güçlerinin, resmî sayılabilecek rakamlara göre 20 bin, gayri resmî 40 bine çıkan sayılarda insanı katletmesi sonrasında, Suriye’deki Müslüman Kardeşler’in çok ciddî bir darbe yediğini görüyoruz. Müslüman Kardeşler’in yurtdışına çıkıp, daha çok da İngiltere’ye yerleşmesiyle, Suriye içindeki kitleyle bağlarının koptuğunu Türkiye çok geç gördü. Bunu ne zaman gördü? 2013’te Beşar Esad’ın hapishâneleri boşaltması ve o boşalan hapishânelerdeki kitlelerin Müslüman Kardeşler’e değil, doğrudan El Kaide ya da yeni kurulan IŞİD’e katılması, durumun bambaşka bir şekilde olduğunu gösterdi.
Yani Müslüman Kardeşler’in Batı ülkelerine yerleşip kendi propagandalarını yaptığı kadar, Suriye’de yerleşik bir güçleri olmadığı anlaşıldı. Ankara açısından tam teşhisin konulması da 2014’te Musul baskınıyla oldu. 2015’te hem IŞİD hem PKK tarafından müthiş bir terör dalgası Türkiye’yi sarstı. 15 Temmuz 2016’dan sonra süreç artık bambaşka bir duruma evrildi.

Ruşen Çakır: Son olarak Kürtlerle kapatalım. Konuşacak çok şey var, ama bir yerde bırakalım. Bu arada izleyicilerimize de kitabı tavsiye ediyorum. Kürtler konusuna gelirsek: Bahçeli’nin çıkışını, kendimce “İmralı açılımı” diye tanımladım.
Yetkin: Ben de “Öcalan açılımı” diyorum.

Ruşen Çakır: “İmralı açılımı” ya da “Öcalan açılımı”, her neyse, bunu seninle konuşma fırsatımız hiç olmadı. Ben o açılımda, Bahçeli’nin ve Bahçeli’nin temsil ettiği kesimin –ya da devletin diyeyim– bölgesel kaygılarının belirleyici olduğuna inananlardanım ve hâlâ öyle düşünüyorum. Bâzıları bunu Erdoğan’ı yeniden seçtirmek için basit bir tiyatro olarak târif ettiler. Belki o boyutu da vardır; ama ben öyle olmadığını, esas boyutunun bölgesel olduğunu ve bunun da merkezinin Suriye olduğunu düşünüyordum. Çünkü şu anda Türkiye'nin Kürtlerle ilgili derdi Suriye’de. Kandil’de hareket kabiliyeti iyice sınırlanmış bir yapı var. Ülke içerisinde çok fazla eylem, saldırı gerçekleştiremiyor. Ama Suriye’de bambaşka bir olay var.
Şimdi gelinen noktada akla ilk olarak Suriye’deki Kürtler geliyor. Trump, “Suriye’den çekileceğim, ama şu bu…” diyor. Bunlar çok uzun tartışmalar. Sence, önümüzdeki dönemde Kürtler Ankara’yla koordineli bir şekilde yola devam ederler mi, yoksa Ankara’yla çatışarak mı devam ederler?
Yetkin: Bu bir ikilem. Birden fazla sunum var ortada. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, DEM Partililerle münâkaşa içindeyken şöyle bir şey söyledi: “Size kalsa Suriye sâdece Kürtlerden oluşuyor, o Kürtler de sâdece PKK’dan ibâret”. Bu doğru bir eleştiri. Çünkü böyle bir bakış açısı var ve bu bakış açısı doğru değil. Suriye onun çok daha fazlası. Suriye’de olanlar Kürt meselesinden çok daha fazlası, bu sâdece bir bölümü. Ama ben sana şu noktada katılıyorum: Bahçeli’nin Öcalan açılımının –sen “İmralı açılımı” diyorsun, ikisi de aynı kapıya çıkıyor– bu süreçten bağımsız olmadığını düşüyorum. Öcalan açılımının baştan îtibâren ikili niteliği olduğu kanısındayım. Bir tânesi, Suriye’de nasıl Türkiye Kürtlerin yeni yönetimde yer almasını istiyor ama PKK’lıların orada olmamasını istiyorsa, Türkiye’de de aynı şekilde DEM Parti’ye verilen mesaj çok açık: “PKK’nın silâhlı mücâdelesini reddet ve sistemin aslî unsurlarından biri hâline gel”. Kürtlerin temsilcisi… daha doğrusu, Kürtlerin temsilcisi lâfı yanlış, çünkü DEM Parti’ye oy veren Kürt kadar, AK Parti’ye oy veren Kürt de var; hattâ şimdi CHP’ye oy veren Kürtler var. DEM Parti’ye verilen mesaj: “Milliyetçi Kürt hareketinin temsilcisi olarak diyelim, sistemimin içerisinde yer al”. Öneri budur. Bu önerinin gerçekleştirilmesi için de Bahçeli, “Erdoğan başımızda kalmalı” diyor. Dolayısıyla iki hedef birbirinin içine geçmiş durumda. Cumhur İttifâkı’nın zihinsel dinamikleri açısından, yani kurgulama açısından baktığımızda – ki aslında Cumhurbaşkanı’nın Hukuk Başdanışmanı Mehmet Uçum da bu iki niteliği ortaya koyuyor.
Dolayısıyla, özellikle Suriye’deki son birkaç günkü gelişmelere bakılırsa, Amerika Birleşik Devletleri HTŞ yönetimine çok ciddî bir kredi açmış durumda. Bu kredinin tek şartı var: “Sen bu radikal İslâm bağlantısıyla IŞİD’e yardımcı olma”. Bunun en somut göstergesi dün yaşandı. Dün, ABD Merkez Komutanlığı CENTCOM’un Komutanı General Kurilla SDG’yi ziyâret etti. Bu da her iki tarafı, yani hem Esad’ın gidişine ağıtlar yakan, yas tutan tarafın, hem de Esad’ın gidişiyle, “Tamam, Amerika Suriye’de Kürdistan’ı kurduruyor” diyen tarafın, “Tamam, ABD PKK’yı yalnız bırakmayacak” demelerine yol açtı. Ama sonucu ne oldu? Aynı gün içinde e CENTCOM, YPG/SDG güçlerinin Deyrizor’u terk etmesini istedi ve HTŞ oraya el koydu. Bunun bana gösterdiği şey, Amerika HTŞ’ye bir kredi açtı. “DAEŞ’e yardımcı olma, ben sana bir kredi açtım” diyerek, YPG/PKK güçlerine “Fırat’ın doğusuna çekilin” dedi, onlar da çekildiler. İşin özeti budur.
Aynı şekilde İsrail de HTŞ’ye bir kredi açtı. O da şu: “Sen Suriye Ordusu’ndan kalan silâhların Hizbullah ve İran milislerinin eline geçmesine izin verme, ben de sana bu krediyi açıyorum”. Türkiye de HTŞ’ye bir kredi açtı. O da diyor ki: “Arkadaş, ben Irak ve Suriye sınırlarında bu güvenlik kuşağını oluşturacağım. Sonra, Suriye’nin toprak bütünlüğüne, bunları uygun bulduğumuz zaman ve eğer sen de kapsayıcı bir yönetim kurarsan buraları da sana devredeceğim. Ama sen de YPG’yi sınırlarımdan uzaklaştırmama göz yumacaksın”. Böyle bir durum var ortada. Ben bu son gelişmelerle, Suriye’de, bütün Amerikan desteğine rağmen “SDG” diye etiket takılan PKK/YPG güçlerinin daha zor durumda olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Tam bu konuştuklarımızın üzerine, SDG Komutanı Mazlum Abdi, “Amerikalıların arabuluculuğuyla, Menbiç’ten silâhlı güçlerimizi çekme kararı aldık” açıklamasını yapmış. Bir diğer son dakika haberini de vereyim. Amerikan Dışişleri Bakanı Blinken cuma günü Ankara’da. Ortalık tekrar karışıyor. “Tam senin günlerin” diyelim, artık buradan da başka bir kitap çıkarırsın ileride. Kitabın için tekrar tebrik ederim.  
Yetkin: Teşekkür ederim Ruşen.

Ruşen Çakır: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı, Murat Yetkin'in son kitabı ve “Meraklısı İçin…” dizisinin dördüncü kitabı. Ama Murat’ın çok daha fazla kitabı var biliyorsunuz. Bugün, son kitabından hareketle, Ortadoğu’yu, Suriye’yi, Kürtleri ve her şeyi konuştuk. Murat Yetkin’e çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı