Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne

06.12.2024 medyascope.tv

6 Aralık 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Suriye’de çok şeyler değişiyor. Heyet Tahrir Eş-Şam’ın (HTŞ) öncülük ettiği cihadcı gruplar önce Halep’i, ardından Hama’yı aldı. Dün Hama düştü, bugün de Humus düşecekmiş gibi duruyor. Hama çok ilginç bir şehir. Suriye’nin dördüncü büyük şehri ve yakın dönemde, daha Suriye İç Savaşı olmadan önce, 1982’nin Şubat ayında, ilk ciddî İslâmcı ayaklanmanın yaşandığı şehir. O dönemde Hama’da büyük bir kalkışma oldu, fakat bastırıldı. Müslüman Kardeşler’in yaptığı bu kalkışmanın arkasında çok ilginç güçler vardı. Bunlardan birisi de Türkiye’ydi. Evet, yanlış duymadınız. Bunları araştıran siyâsetbilimci Behlül Özkan stüdyomuzda. 1982 Hama’ya bakacağız, ama oraya bakarken bugünkü Hama’ya, Humus’a ve Suriye’ye de bakacağız. Behlül, hoş geldin.
Özkan: Hoş bulduk, merhaba.

Ruşen Çakır: Senin yazdığın bir makale https://yetkinreport.com/2020/03/02/film-gibi-bir-musluman-kardesler-ve-suriye-hikayesi/amp/?fbclid=IwAR0BMrqn1ue9YaNfLO1VNoL_zXMmHlVSwsWbzzg7oLzt8hnVfQbvzqyfI_4 var, çok da yeni değil aslında.
Özkan: Dört yıllık.

Ruşen Çakır: O makaleyi bana yolladığında, “Bir gündem olursa bunun üzerine konuşuruz” dedim; ama inan sen o makaleyi yolladığında, Hama’nın Esad’ın elinden çıkacağı aklıma hiç gelmemişti. Bunun olabileceğini düşünüyor muydun?
Özkan: Hayır, ben de hiç tahmin etmiyordum. Bence sâhada tahmin eden pek kimse de yoktu — tâ ki 2023’te Gazze’de gerçekleşen Hamas saldırısı sonrasında, bölgesel çatışma alevlenene kadar. Aslında bugün Suriye’de HTŞ’nin, cihadcıların yaptığı ilerlemenin temel dinamiti, Suriye’yi bugün Esad kaybedecekse, 2023’te Gazze’de ateşlendi. İsrail Gazze’de sivillere karşı büyük bir insanlık katliamını da gerçekleştirerek, istediğini almış gibi duruyor. Ancak kuzeye döndüğünde, Hizbullah’la çok ciddî çatışma hâlinde. Şunu hep unutuyoruz: Evet, İsrail Ortadoğu’nun çok güçlü bir ülkesi, en büyük askerî güçlerinden bir tânesi, ancak ciddî bir nüfus meselesi var ve İsrail’in Hizbullah’la ilelebet savaşma ihtimâli yok. Lübnan, İsrail’in yenilerek geri çekildiği tek yer, biliyorsun; dolayısıyla İsrail’in o savaşı kazanabilmesi için İran, Irak ve Suriye üzerinden Hizbullah’a giden ikmal cephâne ve silâh hattını kesmesi lâzım. Bence bugün Suriye’de yaşananlar ve 1982’de Hama’da yaşananlar da direkt bunlarla ilgiliydi, Ortadoğu’nun genel güç dengelerinin yansımasıydı.

Ruşen Çakır: Evet, bu söylediğin çok önemli. Şu anda Suriye’de yaşananların, İsrail’in tercih ettiği bir durum olduğunu söylüyorsun.
Özkan: Evet.

Ruşen Çakır: İktidara cihadcıların gelecek olması da çok fazla İsrail’i ilgilendiren bir husus değil herhalde.
Özkan: Son gelişmelere bakarsak, geçtiğimiz ay İsrail İç İstihbârâtı Şin Bet’in Başkanı Ronen Bar’ın Ankara’da olduğuna dâir bir haber çıktı. 16 Kasım cumartesi günü Ronen Bar Ankara’ya gelmiş ve bu bilgi yalanlanmadı. Ardından NATO Genel Sekreteri Mark Rutte Ankara’ya geldi ve hemen arkasından da bu operasyon başladı. Suriye’de Esad’ı iktidardan indirecek çapta bir operasyona, Türkiye’nin tek başına cesâret edip kalkışma ihtimâli yok. Çünkü Türkiye Astana Süreci’ni bitiriyor ve Suriye’de Rusya ile İran’ı direkt karşısına alıyor. Bunu ancak küresel çapta Amerika, İsrail ve hattâ NATO güçlerini arkasına alması hâlinde yapabilir. Çünkü orada Esad’ı devirmek, Rusya’ya ciddî bir şamar atmak demek ve Türkiye’nin buna tek başına kalkışma ihtimâli yok. Bu bölgesel ve küresel çapta bir ittifakla mümkün. Zâten son bir haftadır Batı’yı izlerseniz, Washington’da ne kadar düşünce kuruluşu varsa HTŞ’ye övgüler düzdü.

Ruşen Çakır: Bugün CNN röportaj yaptı.
Özkan: Evet, bugün CNN röportaj yaptı. HTŞ lideri Golani El Kaide kökenli, uzun süre de içeride yatmış biri. Artık Amerikalılarla orada mı kontakt kurdu bilemiyoruz, ancak Golani’nin imajının değiştirilmeye çalışıldığı anlaşılıyor. Bugün de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları var.

Ruşen Çakır: Evet, tam ona bakacaktım. Çok net bir şekilde, ilk defa temkinli Erdoğan yerine, “Temennîmiz, kazâsız belâsız bir şekilde Suriye’deki bu yürüyüş devam etsin. Hedef Şam” diyor.
Özkan: Evet. Tabiî biliyorsun Türkiye cumartesi günü de Doha’da Rusya ve İran’la bir araya gelecek ve orada ne konuşulacak? Çünkü Humus düştüğü takdirde Şam’a giden yol açılmış oluyor. Humus’un ne kadar direnebileceğini bilemiyoruz.

Ruşen Çakır: Büyük ölçüde “düşüyor” deniyor. Belki biz bu yayını yayınladığımız zaman düşmüş bile olabilir. Peki şimdi 1982 Şubat ayına geçelim. Çok ilginç, orada Müslüman Kardeşler (İhvân-ı Müslimîn) –ki Arap dünyasının en güçlü İslâmî hareketi– Suriye’de de bayağı güçlü idi. İç savaş başladığında da hâlâ gücü vardı. Hama’da bir ayaklanma oluyor. Ben İslâmcılığı 1985’te çalışmaya başladım, Hama ile ilgili çok az şey gördüm. Hama diye bir lâf geçiyor, ama nedir ne değildir çok fazla anlayamamıştım. Fakat şunu görmüştüm: 80’lerde Türkiye’de İslâmî harekette devrimden dolayı İran damgası çok vardı, İran’a sempati vardı. İslâm devrimi yapılmıştı. Suriye’de bir İslâm devrimi yapılmaya kalkıldı, İran’ın da katkısıyla, o zamanki Baba Esad bunu engelledi. İslâmcılar ayaklandı, İslâmcı bilinenler rejimin yanında saf tuttu. Bu kadar basit.
Özkan: Bu kadar basit değil, aslında çok karmaşık. Şubat 1982 Hama Ayaklanması sırasında Türkiye’de askerî bir rejim var. Ordu darbe yapmış ve askerler iktidarda. Aslında Müslüman Kardeşler’in ilk isyânı 1964’te başlıyor ve yine Hama’da oluyor. Orada yeniliyorlar. İsyan 1976’da tekrar başlıyor ve yavaş yavaş yükseliyor. 1979’da Halep’te bir askerî okulu basıyorlar, 70’ten fazla askerî öğrenciyi öldürüyorlar. 1979’da Suriye’de Müslüman Kardeşler ayaklanması başlıyor ve o dönem, darbeden önce, İslâmcı basını tâkip ederseniz, 1970’lerin ortalarından îtibâren Esad yönetimine karşı olan söylemin İslâmî basında değiştiğini görürsünüz. Meselâ “Tâğut” söylemi girer ve tekfirci bir anlayış girer. Suriye’deki Arap Alevîlerine karşı İbn Teymiyye’nin fetvâsı bağlamında, bunların aslında dindışı olduğu, Hıristiyan ve Yahudilerden de daha kötü, dinden çıkmış olduklarına dâir çok tekfirci, radikal bir dinî söylem başlar. Meselâ 1979’da isyan ilk başladığında, isyânı Şam’da yakından izleyenler var. Bunlardan bir tânesi Fehmi Koru. Türkiye’den Arapça öğrenmeye gitmiş ve Şam’dayken o dönemin İslâmcı gazetelerinin daha entelektüeli olan Yeni Devir gazetesine müstear isimle yazılar yazıyor. “Müslüman Kardeşler bu isyânı kazanacak” diyor — ki Fehmi Koru İslâmcı gelenekten gelip Millî Nizam Partisi’nin İzmir Gençlik Kolu Başkanlığı yapmış biri. Müslüman Kardeşler isyânı için, “Esad devrilecek, burada duramaz” gibi, 2011 sonrasında bildiğimiz bütün söylemler aslında 1979’da İslâmî basında var.
Ama 1980’de Türkiye’de darbe olunca, yönetim tamâmen askerlerin eline geçiyor ve o dönem laik ve Kemalist olduğu iddia edilen ordu aslında Hama’daki Müslüman Kardeşler isyânının en büyük, en önemli destekçilerinden biri.

Ruşen Çakır: Destek derken neyi kastediyorsun?
Özkan: Bir harita var, onu ekrana verebilirseniz o harita üzerinden açıklayayım. Amerikan Savunma İstihbârat Ajansı’nın Mayıs 1982’de yayınlayıp içeriye rapor olarak yazdığı, daha sonra bir şekilde sızdırılmış bir rapor bu. Ben oradan aldım. Haritanın başlığı: “Müslüman Kardeşler militanlarının Suriye’ye sızma noktaları”. Burada dört tâne ok görüyoruz. Bunlardan bir tânesi Irak’tan geliyor. Irak o dönem gerçekten Suriye Müslüman Kardeşleri’ne en büyük desteği veriyor, çünkü kendisi Şiî İran’a karşı savaşıyor. Saddam orada Sünnî bir azınlık iktidârının üstünde ve Suriye, İran'la birlikte hareket ettiği için, Müslüman Kardeşler üzerinden Esad rejimini devirirse kendi yanına çekebileceğini düşünüyor — Irak’ın stratejisi o. Ama orada çarpıcı olan, Türkiye’den, bir tânesi Kilis, öbürü Reyhanlı, öbürü de Yayladağı üzerinden giden üç ok. Raporun içinde de Müslüman Kardeşler’in önemli isimlerinin Ankara’ya gelip gittiği, Ankara’da görüldükleri üzerine de bilgiler var. Buradaki çarpıcı olan nokta şu; Müslüman Kardeşler militanlarının o bölgelerden sızmak için mühimmat ve militan geçişi için kullandıkları yol, 2011 sonrasında tekrar Suriye’deki iç savaşı desteklemekte kullanılan üç rotayla aynı. Bizim devletimizde böyle bir devamlılık da var.

Ruşen Çakır: Sen arşivlerde epeyce çalıştın. Buradaki olay bir tesâdüf değil, tamâmen devletin bilgisi dâhilinde. Müslüman Kardeşler militanları Reyhanlı’dan, Kilis’ten, Yayladağı’nda devletten habersiz, kaçak bir şekilde yapmıyorlar.
Özkan: Tabiî ki bunun böyle olması mümkün değil. Ben o dönem Şam’da bulunmuş rahmetli Yaşar Yakış’la da konuştum. Türk diplomatlarına böyle yaklaşırsanız, önce bir çekilirler. Çünkü bunlar pek bilinmeyen ve Türkiye’nin konuşmak istemediği şeylerdir. Ama Yaşar Yakış’a elimdeki birçok veriyle söyleyince, “Evet, ama bu, diplomasiyle, Hariciye’yle yürütülmedi. Bu, MİT ve ordunun işiydi” diye açıkladı. Ben daha sonra bu makaleyi tekrar yayınladıktan sonra, orada 80’li yıllarda elçi olarak değil ama daha düşük seviyede diplomat olarak bulunmuş kişilerle de konuştum. Şimdi çoktan emekli olmuşlar. “Biz Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’e olan desteğini biliriz, ama söylemeyiz” dediler. Çünkü orada birkaç şey devreye giriyor. Bir, 1970’lerin 1980’lerin şartlarına bakıldığı zaman, Suriye Ortadoğu'da Sovyetler Birliği’nin en önemli müttefîki. İkincisi, Türkiye’deki sol militanlar Suriye üzerinden silâhlı eğitim alıyorlar. Hatay meselesi var. Ve tabiî 1970’li yıllarda bizde ordunun giderek Türk-İslâm sentezini ideoloji olarak benimsemesi ve Sünnî ve mezhepçi bir bakışla Suriye’deki rejimi bir Alevî azınlık rejimi olarak görüp devirmek istemesi gibi dört beş farklı sebep var.

Ruşen Çakır: Müslüman Kardeşler’in Esad’ı devirebileceğine bayağı inanmışlar mı, yoksa “Ne kadar zarar verebilirse, o kadar kâr” diye mi düşünmüşler?
Özkan: Bunu bilebilmek çok zor, ama aslında tıpkı bugünkü gibi aslında. Bugün HTŞ, Türkiye sınırında İdlib bölgesini kontrol ediyordu. HTŞ’nin Esad ordusuna karşı savaşına baktığımız zaman, ciddî şekilde drone ve gece görüş kameraları kullanıyor. Bu teçhizâtı, mühimmâtı düşünebiliyor musunuz? Düzenli bir orduyu, ülkenin üçüncü büyük şehrinden başkentine yürüyecek şekilde, benzininiz, yakıtınız, mühimmâtınız var, insan toplamışsınız. Bunu yapabilmeniz için çok büyük bir lojistik destek lâzım. Bu desteğin hepsi Türkiye üzerinden giriyor. Nasıl bugünkü operasyon, savaş ya da iç çatışma –ne dersek diyelim–, Türkiye İsrail ve Amerika’ya güvenmeden bunu yapamazsa, 1982’de de benzer bir olay.

Ruşen Çakır: Türkiye’nin desteği aslında NATO bağlamında bir destek.
Özkan: NATO’ya ne kadar kurumsal anlamda giriyor, bilemiyoruz. Böyle bir şeye NATO kurumsal olarak girmez, çünkü o Rusya’yı karşısına almak demek. Ama şunu unutmayalım: 1976’da Suriye LübnanQa girdi, İsrailQle Lübnan üzerinden karşı karşıya kaldı. 1979’da Camp David Anlaşmaları ile birlikte Mısır’ın taraf değiştirmesi ve İsrail’i tanımasıyla birlikte, İsrail’in en büyük düşmanı Suriye hâline geldi.

Ruşen Çakır: Red cephesinde tek kaldı.
Özkan: Evet. O gün, 1979-1982 arasında Müslüman Kardeşler ayaklanması nasıl bir tesâdüf olamazsa… ki ben bu yaz İngiliz arşivlerini taradım, İngiliz arşivlerinde 1983 yılına dâir raporlara baktığımda, Suriye Müslüman Kardeşler militanlarının Ürdün’deki Amerikan Konsolosluğu’na vize başvurusu yaparak Amerika’ya ilticâ etmek istedikleri üzerine raporlar vardı. Herhalde dünya üzerinde bir Amerika’ya gidiyorlarsa, bunun için bağlantıları olması lâzım diye düşünüyorum. Şunu söylemeden geçmeyelim: Çarpıcı ve karışık olan şey, 1982’deki Hama Ayaklanması’na Erbakan’ın karşı çıkması.

Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım. Benim başta söylediğim mesele, İran başta olmak üzere –ki İslâmcılığın merkezi gibi görülüyordu– İslâmcıların bir kısmı Esad’a destek verdi. Ama Türkiye’deki bazı İslâmcılar da Müslüman Kardeşler’i desteklemedi. Bunlardan birisi de Erbakan. O târihte Milli Selâmet Partisi kapalıydı; ama sonuç olarak Millî Görüş Hareketi var.
Özkan: Doğru, Millî Gazete de açık ve o dönemde yayın yapıyor. Meselâ o dönemde Sadık Albayrak Millî Gazete’de çok önemli bir yazar. O cenâhın okuduğu, yakından tâkip ettiği Sadık Albayrak, Fehmi Koru ve Ali Bulaç. Bunlar Suriye’deki Hama Ayaklanması ve Müslüman Kardeşler’e ciddî şekilde açıktan destek veriyorlar. Sadık Albayrak’ın o dönemde destek açıklamaları yaptığı çok önemli yazılar var. Fakat ben bu dönemde arşivleri iyi tarayan bir insan olarak, Suriye Müslüman Kardeşleri’ne dâir Erbakan’ın tek bir destek açıklamasını görmedim. Gazeteleri okurken çok çarpıcı geldi bu.
Sonrasında, bir de şunu eklemek lâzım: 2011’de Adalet ve Kalkınma Partisi Suriye’deki iç savaşa muhâlifler yanında destek olduğunda, karşı çıkan Saadet Partisi vardı. Mustafa Kamalak 2012 yılının Ocak ayında Şam’a gitti, Esad’la görüştü. Yeni Şafak ve Akit gazeteleri, “Siz diktatörle, katille görüşüyorsunuz” diye Saadet Partisi’ni topa tuttu. Bu, Millî Görüş içinde, İslâmcılık içinde bir devamlılığı işâret ediyor. Temel Karamollaoğlu bunu bundan 3-4 sene önce bir basın toplantısında duyurdu, Oğuzhan Asiltürk de benzer bir şey söyledi. Suriye Müslüman Kardeşleri’yle Türkiye İslâmcıları arasında çok yakın bir ilişki var. Meselâ bu elimdeki yayın, Salih Özcan'ın daha Baas iktidâra geldikten bir iki sene sonra yayınladığı, Türkiye’de, Suriye’ye, Baas’a dâir, kamuoyunu bilgilendirmek için yayınlanmış ilk yayınlardan bir tânesi. Burada, “Suriye bugünkü duruma niye düştü? Orada yarın öbür gün Türkiye de bu hâle düşmesin diye zenginler sosyalizme, komünizme, Baas’a karşı İslâmcılığı desteklemediler” der.
Meselâ Müslüman Kardeşler’den, Suriye’de başbakanlık yapmış Maaruf el-Devalibi vardır. Erbakan’ın hayâtı boyunca onunla yakın ilişkileri oldu. Dahası, Suriye Müslüman Kardeşleri içinde Nakşibendîlik önemli bir rol oynuyordu ve Erbakan’ın burada Nakşibendî bağlantıları vardı. Ancak 1982’de Ocak ayında, Suriye Müslüman Kardeşler’in önemli isimleri –ki bunlardan bir tânesi Fazıl Üveyce, Almanya’daki Millî Görüş’ün önemli isimlerindendir; Suriye’deki Müslüman Kardeşler’le ikisi arasında Nakşibendîlik üzerinden böyle bir geçişlilik de var– Erbakan’a gelip, “Ocak ayında biz isyan çıkartacağız, onlara karşı ayaklanacağız” diyorlar. Erbakan, “Siz bu ayaklanmayı neyle yapacaksınız? Topunuz tüfeğiniz var mı? Orduda, istihbâratta adamınız var mı?” diyor. Onlar da “Yok” diyor. Erbakan “O zaman bu isyanda başarılı olamazsınız, Müslüman kanı dökersiniz. Ben kesinlikle desteklemiyorum” diyor. Hattâ İsmailağa Şeyhi Mahmut Efendi’ye gidiyorlar, o da “Kesinlikle desteklemiyorum. Ölürseniz de şehit olmazsınız” diyor. Yani açıktan reddediyorlar.
Ben bunu şöyle açıklıyorum: Hafız Esad ve Suriye rejimi, Müslüman Kardeşlerin bu bahsettiğim İsrail ve Amerika’nın çıkarlarına hizmet ettiğini düşünerek bunların emperyalist ajanlar olduğunu iddia ettiler hep. Bence, Erbakan da bu isyan ve ayaklanmayı böyle düşünüyordu ve 1990’larda da Müslüman Kardeşler içinde dinî anlamda rol oynayan önemli isimlerin Hafız Esad’la barışarak Suriye’ye geri dönmesini de destekledi. Hattâ bunlardan bir tanesi Ebu Gudde’dir. Ebu Gudde Müslüman Kardeşler’de önemli bir isim. Ölmeden 6-7 ay önce Hafız Esad onu affetti ve Halep’e geri döndü. Erbakan başbakan olduğunda, Ebu Gudde Türkiye’ye geldi ve ziyâret etti. Erbakan’ın başbakanlığına dâir daha çarpıcı bir şey söyleyeyim: Kendisi 1996 Temmuz başında başbakan oluyor ve ilk yakın temas kurduğu ülke Suriye. Çünkü Erbakan, “PKK meselesini çözebilmek için benim Suriye ile anlaşmam lâzım. Ben bunun İsrail ve Amerika’nın üzerinden çözülmesine karşıyım. Ben Hafız Esad’la görüşeceğim” şeklinde bir düşüncesi var.

Ruşen Çakır: O zaman PKK meselesine gelelim. Suriye deyince, uzun bir süre PKK’nın üslendiği yer. Zâten Abdullah Öcalan da oradaydı. İlginç bir şey var: 1982 yılında bir ayaklanma oluyor. 1982 yılındaki ayaklanmaya Türkiye şu ya da bu nedenle destek veriyor. Bunu herhalde Esad da biliyor.
Özkan: Tabiî, bilmez olur mu?

Ruşen Çakır: 1982 Şubatı’ndan sonra 84’te, PKK’nın aynı anda ilk silâhlı eylemleri, Eruh ve Şemdinli baskınları var. Uzun bir süre de PKK Suriye destekli bir şekilde –tâ ki yıllar sonra bir komutanın Suriye sınırında meydan okuması ve Öcalan’ın Suriye'den uzaklaştırılmasına kadar giden bir süreç–, Suriye’nin PKK’ya ev sâhipliği yapması ile 1982’de Hama’ya Türkiye’nin destek vermesi arasında herhalde bir bağlantı vardır.
Özkan: Zâten benim bu makaleyi yazarken çıkış noktam buydu. Dedim ki: Suriye’nin en büyük sorunu İsrail; Golan İsrail işgali altında. Suriye Türkiye’ye kıyasla küçük bir ülke. Türkiye NATO üyesi bir ülke, Suriye ile kıyaslanamayacak derecede ekonomisi ve ordusu güçlü. Suriye’nin PKK’ya destek verebilmesi için aklını peynir ekmekle yemiş olması lâzım ve biz biliyoruz ki 80’lerin başından îtibâren PKK’nın en büyük uluslararası destekçisi Suriye’dir. “Nasıl olabilir?” dedim. Hafız Esad da ne derseniz deyin, aptal bir adam değil. Zâten aptal olmadığı için orada 30 yıl boyunca iktidarda kalabildi. Bir rasyonalitesi, bir açıklaması olması lâzım. Otoriter rejimlere bile baktığınızda, bir rasyonalite aramanız lâzım. Zâten makaleyi yazmam buradan çıktı. “Acaba 82 Hama Ayaklanması’nda Türkiye Müslüman Kardeşleri mi destekledi de bu adam 84’te buna PKK ile cevap verdi” diye düşündüm — zâten oradan çıktı. Çünkü askerî dönem olduğundan, benim için iğneyle kuyu kazmak gibi oldu bu makaleyi detaylıca yazmak.
Net olarak şunu söyleyebilirim: Senin de gazetecilik yaptığın 80’li yıllarda, bizde hep PKK ve Suriye bağlantısı yapılıyordu. Başbakan Özal da olmak üzere karşılıklı olarak içişleri bakanları karşılıklı gelip gidiyor. Gazetelerde, “Biz Suriye’ye PKK'lıların listesini verdik, bakacağız döneceğiz dediler” “Adresini verdik, şurada oturuyor” diye yazılıyor manşetlerde. Ama bilinmeyen veya daha az bakılan haber aralarına baktığımda, karşı taraf da sürekli bize Müslüman Kardeşler listesi veriyor ve “Adana’da, Mersin’de, Amasya’da, Yalova’da, İskenderun’da bu adamların kaldıkları ve eğitim aldıkları yerler var. Size de bunların listesini verelim” diyor. Biz de onlara “Bakıp döneceğiz size” diyoru,z ama kimse bir bakıp dönmüyor.

Ruşen Çakır: Karşılıklı listeler varmış.
Özkan: Evet, karşılıklı listeler varmış; ama bizde hep bu işin Suriye’nin PKK’ya verdiği destek tarafı görüldü. Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’e verdiği destek görülmedi ve bu destek, dönemin Refah Partisi üzerinden değil, bizzat Ordu ve MİT üzerinden verilen bir destek. Çarpıcı bir olay anlatacağım — biraz uzun ama bence bunu çok net olarak ortaya koyuyor: 86 yılının Nisan ayında, Suriye’de hemen bizim sınırların dibinde Cisr eş-Şuğur kasabasında (2011’de isyanın başladığı ve bugün HTŞ’nin elinde olan yer) Türkiye’nin hemen sınırında, Lazkiye-Halep seferini yapan bir yolcu trenine bomba konuluyor ve çok sayıda insan ölüyor. Bu olaydan 10-15 gün sonra Suriye televizyonunda, bu bombalı saldırıları düzenleyenlerin başında iki Türk’ün de olduğu haberi yer alıyor ve görüntüler veriliyor. Bu haber “Türkiye teröre destek mi veriyor?” gibisinden New York Times haberinde çıkıyor, Antakya’da Müslüman Kardeşler’in eğitim kampı olduğunu yazıyor ve bu konu Meclis’e geliyor. Meclis’te Hatay milletvekili Murat Sökmenoğlu, dönemin İçişleri Bakanı Yıldırım Akbulut’a, “Dünya basınında böyle bir haber çıktı. Kim bu iki Türk vatandaşı?” diyor. Yıldırım Akbulut, “Bakalım, araştıracağız” diyor. Dört ay sonra, “Bir şey bulamadık” diyerek konuyu kapatıyorlar. Bu iki Türk yargılanıyor. Suriye, bir sene sonra bombalama olayına karışan Arapların îdam edildiğini duyuruyor, ama Türklerden ses çıkmıyor.
Aradan dört beş sene geçiyor. Perinçeklerin, Aydınlık Hareketi’nin 2000'e Doğru dergisinde, geçmişte MİT’in birtakım militanları sınırdan geçirerek bu tip bombalamaları yaptığını iddia eden bir haberi çıkıyor. Sonra bu insanlardan ses çıkmıyor, kapanıyor. Tâ ki 2009’a kadar. Devletimizde devamlılık esastır. O dönem Esad, “Kardeşim Esad” ve Bodrum’da tâtil yapan komşu ülkenin devlet başkanı. Abdullah Gül cumhurbaşkanı olarak Esad’a mektup yazıyor ve “İki Türk var, bunları affedip bırakıver” diyor. 2009 yılında bu iki Türk sınırdan giriyorlar, manşetlere gazetelere çıkıyor. Ahmet Davutoğlu Hatay’a gidiyor, “26 yıl boyunca hapishânede kaldınız, artık kurtuldunuz” diyor. Hatay’ın Bohşin köyünden amcaoğlu, Albayrak soyadlı iki Türk, gazetelerde “Suriye hapishânelerinde 26 yıl kaldılar, özgür bırakıldılar” diye çıkıyor. Ama bu adamların niye 26 yıl yattığı üzerine tek kelime, hiçbir şey yok.

Ruşen Çakır: 1982 sonrası Türkiye’nin İhvan ile ilişkisini epeyce anlattın aslında. Bir şekilde bu ilişki var ve en azından PKK’yı dengelemek için kullanılmış.
Özkan: Bir de çarpıcı bir şey söyleyeyim: Türkiye Güneydoğu Anadolu’da Hizbullah’ı desteklediği zaman, Suriye Müslüman Kardeşleri’nin Kürt kökenli olanlarını da Hizbullah’ın kuruluşunda kullanabilmek için oraya getiriyorlar. Böyle bir bağlantı da var.

Ruşen Çakır: Bunun kaynağı ne?
Özkan: Hizbullah iddianâmesinde geçiyor.

Ruşen Çakır: Evet, sonuçta Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Müslüman Kardeşler’in de ötesinde, Esad’ı devirmek için, iç savaşla berâber İslâmî gruplarla ilişkide.
Özkan: Evet, başta ordu ve istihbârat olmak üzere.

Ruşen Çakır: Şu hâliyle bakıldığı zaman, açıkçası Müslüman Kardeşler’in adı hiç geçmiyor.
Özkan: Tabiî. Erbakan meselesini bir tamamlamak isterim. Çünkü bu önemli. Erbakan, ordunun ve istihbârâtın, MİT’in Müslüman Kardeşler’le kurduğu ve oradaki Şam yönetimine karşı girdiği bu tür karanlık ilişkileri onaylamayan biri. Dışarıdan bakıldığında rahmetli Necmettin Erbakan’ın Hafız Esad’a, Baas rejimine karşı olması düşünülebilir; ama öyle değil. Temmuz 96’da, başbakan olur olmaz, Suriye büyükelçisiyle geceleri evinde bu işi çözebilmek için yakın temaslar kuruyor ve “Biz bu Fırat’ın su paylaşımı meselesinde Suriye’nin bize dâir ne sıkıntısı varsa çözeceğiz, onlar da PKK’yı desteklemeyi bıraksın. Ben bu işi çözeceğim” diyor. Fakat bu girdiği ilişkiyi sonlandırmak zorunda kalıyor. Kendi açıklamasında, “Ben bunu Hafız Esad’la çözecektim, bana MİT ve ordu izin vermedi. Onlar bu işi İsrail ve ABD ile çözmek istediler” diyor. 28 Şubat’ı tetikleyen önemli etkenlerden birinin de, Erbakan’ın özellikle Suriye ile ilgili kendi uygulamak istediği dış politika olduğunu düşünüyorum

Ruşen Çakır: AK Parti de aslında onu bir şekilde devraldı. “Kardeşim Esad” dönemi epey bir süre devam etti. Türkiye, orada kurulan ilişkilerde Müslüman Kardeşler’i dışlamadı değil mi?
Özkan: Aslında bu, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin politikası değildi. Hafız Esad öldüğünde, cenâzesine katılan iki devlet başkanından bir tânesi Fransa’dan Chirac’tı; bir de Ahmet Necdet Sezer, DSP’den Kültür Bakanı İstemihan Talay’la gitti. Ahmet Necdet Sezer’in Esad’ın tabutunun başında duâ ettiği fotoğraf çok târihî bir fotoğraftır. Ben Ahmet Necdet Sezer’in içinden Hafız Esad’a duâ ettiğini hiç sanmıyorum. Ama Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri düzeltmek amacıyla uyguladığı bir devlet politikasıydı ve Adalet Kalkınma Partisi bunu devraldı aslında. Ondan çok önce, Beşar iktidâra geldiğinde bu politika uygulanmaya başlanmıştı. Beşar Esad’ın 2011 sonrasında kendi demeçleri var, “Bizim ilişkilerimiz iyiydi, ama ben Erdoğan’la oturduğum zaman sürekli bana Müslüman Kardeşler’i soruyordu, ‘Bunları niye bırakmıyorsun, bunları niye Meclis’e bırakmıyorsun?’ diyordu. Ben de ona, ‘Sizin için nasıl terörist örgütler varsa, Müslüman Kardeşler de bizim için terörist örgüt’ dedim” diyordu. 
2011 sonrasına gelirsek, Müslüman Kardeşler bugün niye ortalıkta yok? Çünkü aslında 1982 sonrasında Müslüman Kardeşler’in önemli liderlerinin hepsi yurtdışına kaçtılar. Hattâ 82’den de önce; meselâ 1981 ya da 1982’de Batı Almanya’da Aachen’da, Suriye İstihbârâtı’nın, evinde eşini öldürdüğü Issam El Attar var. Müslüman Kardeşler aslında 2011’de isyan başladığında ve bu iç savaşa evrildiğinde, Suriye içinde güçlü değildi. Mısır’da Mursî’nin iktidâra gelişi, Tunus’ta yine Müslüman Kardeşler’in yükselişiyle birlikte, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ve Davutoğlu’nun hiç hesaplayamadığı şu oldu: Müslüman Kardeşler’in Suriye’de iktidâra gelmesini, Suudîler ve Birleşik Arap Emirlikleri, Körfez ülkeleri tehdit olarak gördüler. Çünkü seçimle işbaşına gelen iktidarlar, Ortadoğu’da seçimle iktidar değişmesi demek, herhalde Suudîler’e de “Biz niye seçim yapmıyoruz?” diye sorduracaktır. Suudî Arabistan’da belediye seçimleri bile olmuyor. O ittifak içinde Suudîler ve Birleşik Arap Emirlikleri, Suriye’deki muhâlefeti radikalleştirdiler.
Bugün Suriye’de yaşananları, birtakım İslâmcılar, orada şerîat devleti kurulacak diye sevinçle ve fetih nâralarıyla karşıladılar. Sayın Bahçeli de benzer bir söylemle Halep’te Türk bayrağının kaleye asılmasını olumlu bir şekilde karşıladığını söyledi. Ama bugün HTŞ’nin temsil ettiği İslâmî anlayış, Suriye’deki Nakşibendîliği, Türkiye ile bağlantılı olan Nakşibendîliği ve o tasavvuf anlayışını tamâmen yok etmek üzerine kurulmuş. Selefî ve oldukça radikal bir İslâmî anlayışları var. Bunların Türkiye’deki İslâmcıları ve cemaatleri müttefik göreceklerini hiç düşünmüyorum. Dahası, sosyal medyada tâkip ederseniz, Türkiye’de de Selefîliğin çok ciddî bir taban kazanmaya başladığını görürsünüz. Hele Suriye’de böyle bir iktidar değişimi olursa…

Ruşen Çakır: IŞİD Irak ve Suriye’de devlet îlân ettiğinde Türkiye’den çok sayıda kişinin ve âilenin oralara yaşamaya gitmesi gibi. Bu arada Erbakan deyince aklıma geldi, biliyorsun Mısır’a gittiğinde ben de o geziyi ATV adına izlemiştim. Hüsnü Mübarek ile görüşmesinde, “Müslüman Kardeşler’e niye böyle davranıyorsunuz? Onlar iyi insanlar” demişti. Karşılığında da, “O zaman alın hepsini götürün” cevâbını almıştı. Onu da bir not olarak düşeyim. Sonuç olarak şöyle toparlama yapalım — başta söyledik, tekrar edelim: 1982’de Suriye’den hoşlanmayan, Suriye’nin pozisyonlarından hoşlanmayan, onu zayıflatmak, destabilize etmek isteyen güçler Müslüman Kardeşler’e yatırım yapmıştı. Başarılı olamadılar.
Özkan: Bunların içinde ABD ve İsrail vardı.

Ruşen Çakır: Daha sonra iç savaşta da benzer bir şey oldu.
Özkan: Tabiî, 2011 sonrasında Hatay’da CIA’in eğitim verdiği “Eğit-Donat”. Suriyeli muhâlifleri Hatay’da kim eğitti donattı? Amerika’nın gözetiminde, CIA’in bunlara eğitim verdiği Batı basınına defalarca çıktı. Amerika, “Şu silâhları vereceksiniz, bu silâhları vermeyeceksiniz” diye kontrol ediyordu. Ben Davutoğlu’nu daha yeni izledim, “Bunu biz tek başımıza yaptık” diyor; herhalde hayal kuruyor kendisi, öyle bir şey yok.

Ruşen Çakır: Şimdi tekrar aynı olay, bu sefer Müslüman Kardeşler’den ziyâde, daha Selefî cihadcılar üzerinden oluyor.
Özkan: Evet, daha radikal unsurlarla oluyor. Buradan bence Suriye’nin bölünmesi çıkacak. Bahçeli’nin yaptığı Öcalan açıklamasını da buraya oturtmak lâzım. Halep’i, Hama’yı, şimdi Humus’u, belki Şam düşürecek bu çapta bir askerî harekât iki günde planlanmaz. Bunun haftalar öncesine giden bir hazırlığı olur ve bu belli ki Türkiye ile konuşularak yapılmış. Bir ittifak ilişkisinden bahsediyoruz. Belli ki Türkiye’den de, “Böyle bir operasyon olacak. Biz Esad’a karşı HTŞ’yi yürüteceğiz, siz de burada PYD’ye dokunmayacaksınız” sözü alınmış. Dolayısıyla ben bu Öcalan çıkışlarını mutlaka ve mutlaka Suriye ile birlikte düşünüyorum. Irak’ın bölünmesiyle veya Saddam’a düzenlenen operasyonlarla birlikte, nasıl Kuzey Irak’ta Barzani’nin kontrolünde, aslında bağımsız ama kâğıt üstünde Irak’a bağlı bir oluşum çıktıysa, şimdi de bölünmesi tasavvur edilen Suriye’nin doğusunda, PYD’nin kontrolünde, kendi içinde tamâmen bağımsız, içinde Amerikan ve belki Rus üslerinin olduğu bir oluşum olacak. Belli ki Türkiye’den dokunmamasının taahhüdü alınıyor. Ortasında başında cihadcıların olduğu bir Sünnistan, kıyıdaki Lazkiye bölgesinde, muhtemelen oradaki Rus üslerinin korunduğu, içinde Arap Alevîlerinin ve Hıristiyanların yaşayacağı, birtakım Sünnîlerin de bulunacağı bir kıyı devleti. Aslında 1920’de, 100 yıl önce Fransız mandası îlân edildiğindeki Suriye’ye geri dönülüyor demek. Türkiye, bir anlamda da aslında 2011 sonrasında kendi komşusunda iç savaşı destekleyerek Suriye’nin parçalanmasına hizmet etmiş olacak.

Ruşen Çakır: Demek ki devlette devamlılık esasmış.
Özkan: Evet, o ortaya çıkıyor.

Ruşen Çakır: Behlül, çok sağ ol. Gerçekten çok çarpıcı bilgiler verdin. 1982 Hama Ayaklanması, Müslüman Kardeşler ve şimdi HTŞ’nin öncülük ettiği olay, arada başka yaşanan olaylar… Sonuç olarak Suriye’nin güçlü bir Suriye olarak yola devam etmeyeceği belli. Bundan kimlerin nasıl istifâde edeceğini de az buçuk tahmin ediyoruz.
Özkan: Şunun altını çizmem lâzım, buradan şu çıkmamalı: Karşı tarafta, Direniş Cephesi denilen cephede de Rusya, İran, Hizbullah ve Suriye var; bunlar da beş benzemez. Burası da kendi çıkarının peşinde. Rusya’nın Soğuk Savaş dönemindeki Sovyetler Birliği’ndeki gibi bir ideolojisi yok. Ben hep şu soruyu soruyorum: Rusya böyle bir tabloya, Suriye’nin çöküşüne niye izin veriyor? Belki Ukrayna’da bunun karşılığını alacak. Suriye’yi kara kaşı, kara gözü veya belli değerler için değil…

Ruşen Çakır: O zaman belli ki Türkiye-İran ve Rusya ilişkilerini önümüzdeki dönemde çok daha fazla konuşacağız. Umarım sen yakın târihte Türkiye-İran ilişkilerinin gizli târihini de araştırmışsındır.
Özkan: Yok, o benim alanımın dışında.

Ruşen Çakır: İran’da çok daha büyük malzeme olduğunu tahmin ediyorum. O zaman inşallah araştıranlar vardır diyelim. Evet, Behlül Özkan’la 1982 Hama ayaklanması ve Türkiye’deki askerî rejimin buna ve Müslüman Kardeşler’e desteğiyle başlayan ilginç bir süreci konuştuk. Kendisine teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı