Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?

04.12.2024 medyascope.tv

4 Aralık 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Suriye’yi konuşmaya devam ediyoruz. Bugün gerçek bir uzman var karşımızda. Emekli büyükelçi ve eski kamu güvenliği müsteşarı Murat Özçelik. Hoş geldiniz yayınımıza Murat Bey.
Murat Özçelik: Hoş bulduk Ruşen.

Ruşen Çakır: Sizinle, HTŞ Halep’i ele geçirmeden önce yaptığımız sohbette, Devlet Bahçeli’nin başlatır gibi olduğu –ki ben bunu “İmralı Açılımı” olarak tanımlıyorum– açılımı konuştuk. Siz o sohbette bu olayın kilit noktasının Suriye olduğunu söylediniz. Bizim konuşmamızdan bir iki gün sonra bu olay yaşandı. Uzun bir aradan sonra çok ilginç şeyler yaşanıyor. Bölgeyi yakından tanıyan birisi olarak, bu gelişme sizin için sürpriz oldu mu? Birkaç yıldır, “Artık Esad’ın önü açık, kimse onu yıkamaz” gibi bir tespit vardı. Şimdi çok kırılgan olduğunu gördük. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz çarşamba gününden bu yana yaşananları?
Özçelik: Benim açımdan biraz sürpriz oldu diyebilirim. Ama bir diplomat olarak, geriye bakıp bir tahlil yaptığımda, bâzı şeyleri yerli yerine oturtma imkânım oldu. Zamânında, Irak özel temsilcisiyken, sâhada bütün aktörlerle konuşmak sûretiyle, gerçekten çok önemli bir bilgi birikimine sâhiptim. Ancak görevden ayrıldıktan sonra, iktidârın, maalesef ne muhâlefete ne basına ne de bizlere, hükûmetin ne yaptığına ilişkin doğru bir bilgi akışı olmadığından dolayı, herkesin kafası karışıyor. Muhâlefetten, içerideki birtakım olayları dışarıyla bağlayabilen bir iki kişi var, bağlayamayanlar var. Bence bütün olay 7 Ekim saldırısı ile başladı. 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e saldırısı ile birlikte, ortalık perperîşan oldu. O dönemde Türkiye’deki iktidar, yine Hamas’ın arkasında durdu. Mesele öyle bir boyuta geldi ki, Hamas’ın başlattığı bir olay yüzünden 50 bine yakın Filistinli vatandaş öldü, 100 binden fazla insan da telef oldu. Bunun netîcesinde bölgede bir savaş başladı. Önce Gazze’de başladı; sonra Hizbullah nedeniyle kuzeye yöneldi ve Lübnan’da başladı. Sonrasında bu denklem İran’ı içine aldı. Şu anda da Suriye’de devam ediyor. 
Biz bütün bu gidişâtı, gelişmeleri iyi anlayabilmek için biraz basite indirgemeye çalışalım. Burada iki eksenden bahsedebiliriz. Şu anda Rusya, İran, arkalarında Çin; Hizbullah’a karşı –Hamas’ı bırakın artık– diğer tarafta, ABD, İsrail ve –her ne kadar iktidar bunun içine girmekten hoşlanmayacaksa da– bir de Türkiye var. Çünkü aldığım bilgilerden görebildiğim kadarıyla, Türkiye’nin bu işte Rusya ile çok fazla koordinasyon yapmadığını anlıyorum. Bu iki aksı ortaya koyduktan sonra, bir de İsrail’in hedeflerine bakalım: İsrail, Hamas’tan sonra, Hizbullah’ın yerdeki bütün hedeflerine çok ciddâî saldırılarda bulundu. Burası Lübnan ve Lübnan’ın güneyiydi. Fakat şimdi Suriye ile birlikte ön plana çıktığını gördüğümüz, ama daha önce İsrail’in zaman zaman Suriye’de vurduğu bâzı hedeflere baktığımızda, aslında İsrail’in Suriye’de konuşlanmış bulunan Hizbullah hedeflerini vurduğunu görüyoruz, yani Deyrizor tarafında. Bunun batı tarafında da bâzı uzantıları var. Ama o ilk vuruşlar buna ilişkindi.
Bugün bakıyoruz ki ABD Deyrizor’da yine Hizbullah’ı vuruyor, ama sâdece Hizbullah’ı değil, İran, Suriye, Rusya tarafındaki eksende, İran’ın Irak’ta kendi milisleri olarak kullandığı Haşdi Şabi’yi vuruyor. Çünkü Amerika’nın Irak Başbakanı Sudânî üzerinde ciddî bir baskısı var. Amerika Sudânî’ye, “Kendi sınırlarına hâkim ol. Haşdi Şabi’nin Suriye içerisinde Hizbullah’a yardımcı olmasını engelle” diyor. Fakat Sudânî diğer taraftan İran’ın da baskısı altında. Yani şu anda gördüğümüz savaş, İran, Hizbullah ve İsrail arasında.

Ruşen Çakır: Burada şöyle bir husus var tabiî: Biraz önce, her ne kadar iktidar bunun içine girmekten hoşlanmayacaksa da Türkiye’nin de işin içinde olduğundan bahsettiniz. Türkiye’nin Suriye Millî Ordusu ile –eski adıyla Özgür Suriye Ordusu ile– ilişkisini biliyoruz. Ama HTŞ konusu biraz karışık. İdlib’de varlığını sürdüren, El Kaide’nin devâmı olan bir örgüt. Bu örgütle doğrudan ilişki içinde olduğunu beyan eden hiçbir güç gözükmüyor.
Özçelik: Doğrudur, ama şunu göz ardı etmeyelim: Bir defa, Suriye Millî Ordusu ile HTŞ arasında bir anlaşma var. Dolayısıyla, Hakan Fidan’ın dediği, “Benim Türkiye olarak HTŞ ile bir ilgim yok” dediğiniz zaman, evet, doğrudan HTŞ ile bir ilginiz yok gibi görünse de, aslında siz Suriye Millî Ordusu üzerinden HTŞ ile işbirliği yapıyorsunuz demektir. Türkiye’nin tek sınır ve gümrük kapısına sâhip olan HTŞ ile o gümrük kapısını kapatacak olsanız, HTŞ o bölgede herhangi bir harekât yapamaz. Dolayısıyla tüm lojistik desteğinin bizim bu taraftan gittiğini söyleyebiliriz. Benim şu anda yaptığım şey şu: Bütün gerçekleri ortaya koyalım ki ne olduğunu doğru dürüst anlayalım ve ondan sonra Türkiye olarak ne yapmalıyız konusuna bakalım.

Ruşen Çakır: Biraz önce, bir tarafta Rusya, İran, Çin ve Suriye, diğer tarafta genel olarak Batı, İsrail ve Türkiye olduğunu söylediniz. Aktörün HTŞ olması nedeniyle durum biraz değişiyor. Aslında şu beni çok şaşırttı — değişik vesîlelerle de tekrarlıyorum: Adını ya da kıyâfetini ne kadar değiştirse de HTŞ, El Kaide’nin devâmı olan cihadcı bir yapı olarak biliniyor. Bu yapının bu kadar güç kazanmasına, Halep’i almasına, Hama’ya doğru gitmesine Batı’da ve İsrail’de hiçbir tepki görmedim. Sanki bir kabullenme var gibi. Bu soruyu, bugün İran üzerine yaptığım yayında https://medyascope.tv/2024/12/04/iran-suriyede-ne-yapabilir-video/ Arif Keskin’e de sorduğumda, bana Batı’nın Afganistan’ı Taliban’a teslim etmesi örneğini verdi. Burada da benzer bir olayı mı yaşıyoruz?
Özçelik: Bence Taliban örneği gibi değil. Ama olay yine reel-politik. Yani Amerika ve İsrail bir bakıyor ve diyorlar ki: “İran’ın elini kolunu kırmak için Suriye’de bize kim yardımcı oluyorsa, bu aşamada ona destek veririz”. Daha sonra Irak’ta da in’ikâslarını göreceğiz, ona da kısaca değinmek isterim. Netîcede, HTŞ Halep’i alarak Hama’ya doğru gitti. Fakat Hama’ya doğru gittiğinde, orada Esad’ın ordusunun karşı koymak için ciddî bir tedbir aldığını ve mevzilendiğini, orayı güçlendirdiğini gördük. Bu arada, Rusya’nın İdlib’i bombaladığını gördük — ki orada da HTŞ ve bileşenleri var. Söylemek istediğim şey şu: Bir yanda Halep alınmış, Hama’ya doğru yürünmüş. Suriye Özgür Ordusu Menbiç’e doğru yürümeye çalışıyor, onu belli topçu atışlarıyla destekleme de var. Fakat bu alan genişledikçe, HTŞ’nin gücü ve her tarafı kontrol altında tutma meselesi de zayıflıyor.
HTŞ ile Suriye Millî Ordusu arasında çok ciddî bir çizgi çekmemiz lazım. HTŞ lideri Muhammed el Colani öyle bir sistem kurdu ki, pragmatizme yöneldi. El Kaide unsurlarından, onun ideallerinden ayrıldığını söyledi; ama verdiği imaj, “Ben diğerleri kadar değilim, ama yine de burada İslâmiyet esaslı bir emirlik kuracağım” oldu. Bu grubun özelliği şu: Colani’nin liderliğinde, daha düzgün bir İslâm’ı temsil ettiklerini; bu İslâm’da, dolandırıcılık, düzenbazlık, üçkâğıtçılık olmadığını, böyle bir durumu gördüklerinde bunu şiddetle cezâlandıracaklarını söylüyorlar. Netîce îtibâriyle, daha idealist bir yapıya sâhipler.
Suriye Özgür Ordusu ya da Suriye Millî Ordusu’nu bir lejyonerler grubu olarak görebiliriz. Bunlar paralı asker. Onlara parayı veriyorsunuz, Suriye’de de çarpışıyorlar, Libya’ya da gidiyorlar. Ama bunların HTŞ gibi bir idealleri ve birbirine bağlılığı yok. Dikkat etmemiz gereken şu: HTŞ, bu emirlik için kendi içinde kurumsal birtakım reformlar yaptığında, etrâfındaki diğer bütün cihadcı örgütlere ya “Defolun gidin” dedi ya da “Gelirsiniz, benim altımda ne yaparsanız yaparsınız” dedi. Nitekim birçoğu da onun altında toplandı. HTŞ’nin, Halep’i aldığında, diğer cihadcı örgütlere, “Benim altımda ya da yanımda olacaksınız” gibi bir uyarı verdiği anlaşılıyor. Onun dışında, iki büyük Kürt mahallesi var. Onlarda ise büyük ihtimalle İsrail, Amerika ya da kiminle koordineli hareket ettiyse, YPG silâhlı unsurlarının silâhlarını alıp Fırat’ın doğusuna geçmesini, diğerlerinin de kendi şemsiyesi altında kalarak devam edebileceklerini söyledi. Daha sonra Suriye Millî Ordusu ile oraya giren cihadcı grupların, HTŞ karşısında pek ayakta durma imkânlarının olmadığını görmek gerek.

Ruşen Çakır: Biraz da Kürtlerden bahsedelim. Halep’te Kürt mahallelerinde bir şekilde anlaşmaya varılıp çekilindi. Bir iddiaya göre Tel Rıfat’ta da benzer bir durum oldu. Orada Suriye Millî Ordusu’na yönelik çok ciddî çatışmalar olduğuna dâir bilgi yok. Bir şekilde iyice Fırat’ın doğusuna doğru çekilen, hattâ orada kısmen Suriye Ordusu ile çatışan SDG veya YPG yapılanmasından bahsediliyor. Sonuçta Kürtler burada olaya dâhil olmamayı, uzaktan izlemeyi tercih ediyorlar ve “bekle-gör” yapıp, buradan olabildiğince kârlı çıkma hesâbı yapıyorlar gibi geliyor bana. Katılır mısınız?
Özçelik: Doğrudur, katılıyorum. Bir taraftan, Halep ve civârında varılan mutâbakat çerçevesinde Kürtler Fırat’ın doğusuna doğru çekilirlerken, dediğiniz gibi, orada gelişmelere bağlı olarak, “Nasıl başka şeyler elde edebiliriz?” diye bakıyorlar. Bu arada dikkat ederseniz, Suriye Millî Ordusu’nun Menbiç’e doğru gitmesine henüz Amerika’dan bir tepki gelmedi. Daha sonra ne olur ona bakacağız. Ama bir olayı gözden kaçırmamak lâzım: ABD, Deyrizor’da İranlı milisleri vururken, kuzeyden de YPG aynı bölgeye karadan saldırdı. Özetle şunu söylüyorum: ABD, “Benim oradaki müttefiklerime zarar verilmesine izin vermem” diyor ya; bâzı yerde mutâbakatla, bâzı yerde birilerini vurarak, ama Kürtlerin kuzeydoğudaki yerini koruyacak gibi bir şeyler yürütüyor.
Önümüzdeki süreçte, “Şuraya girdik, şuna çıktık, bunu aldık, bunu almadık” türünden şeyler olabilir. Bir defa, Suriye Millî Ordusu’nun, “Biz bu işi Türkiye’nin de desteğiyle böyle kotardık” şeklinde zafer çığlıkları atması için biraz erken. Çünkü Suriye içerisinde, o bölgenin kimin egemenliği altına evrileceğini zaman gösterecek. Ama sanki biz biraz da kendi elimizle orada cihadcılardan oluşan bir emirlik kurduruyor gibiyiz. Bu olaya Batı’nın gözünden baktığımızda ise gerçeği şu: Suriye Millî Ordusu’nu bir kenara bırakalım; çünkü dediğim gibi bir lejyoner yapı ve Türkiye’nin desteklediği bir yapı. Onlar da cihadcı. Onların alt gruplarına bakacak olursanız, onlar da terörist tanımına uyan insanlar. Diğer taraftan, HTŞ zâten terörist olarak görülen bir yapı. Dolayısıyla burada bilmemiz gereken şudur: Genelde terörist vasıflı insanlar tarafından, bizim güneyimizde kurulması mutasavver birtakım gelişmeler gözlüyoruz. Bu olay, İsrail’in yararına gittiği sürece sorun yok. ABD de orada devam edecektir. Bir tek şöyle bir unsur var — “terörist” diye altını çizerek farklı bir şeyi söylememin nedeni şu: Çünkü şu anda ABD’de yeni bir yönetim yok. Trump geldikten sonra, “Bu cihadcılar ne oluyor?” diye habire bağırıyor ya; onun ne yapacağı da başka bir unsuru ortaya çıkartacak. Benim görebildiğim kadarıyla, Rusya’nın İdlib’deki bombardıman dışında fazla bir karşı operasyonu olmadı. Öyle zannediyorum ki bütün bu “savaş tiyatrosu”nda ABD Rusya ile de belli mutâbakatlarla işi götürüyor gibi geliyor bana.

Ruşen Çakır: Türkiye’ye gelelim. Şu anda Türkiye’nin doğrudan desteklediği Suriye Millî Ordusu var. Dolaylı olarak HTŞ ile bir ilişkisi olduğu üzerine çok ciddî analizler yapılıyor. Geriye Kürtler kalıyor. Ankara Kürtleri, PYD’yi, YPG’yi, SDG’yi başından îtibâren hasmâne bir şekilde, terör örgütü olarak tanımlıyor. Ama şu âna kadar, Kürtlerle Suriye Millî Ordusu arasında çok ciddi çatışmalar yaşanmadı, yaşanacakmış gibi de durmuyor. Türkiye’nin bu yeni şekillenen, Ankara’nın Suriye’de Kürtlere yönelik politikasının değişme ihtimâlini görüyor musunuz ve değişmeli mi?
Özçelik: Hatırlarsanız, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, Esad’la barışma girişimlerinde bulundu. Ben, Erdoğan’ın, Esad’ın bu tür şeyleri kabul etmeyeceğini bildiğinden eminim; bunca zamandır Esad’ı tanıyor. Bana göre yaptığı hareket taktik bir oyundan ibâretti. “Ben barışçı bir adamım, burada muhâlefetim de söylüyor. Esad’la barışıp bu işleri benim öngördüğüm biçimde müzâkere ederek bitirmek istiyorum” dedi. Bunu bu şekilde söyledi, ama karşı taraftan olumlu bir cevap alamadı. Bunun netîcesinde, temmuz ayından îtibâren yapıldığı söylenen birtakım hazırlıklarla hem Suriye Millî Ordusu hem de HTŞ, belli bir askerî güce kavuştu. Daha sonra, Esad’ın verdiği olumsuz cevap, onun üzerine Rusya’nın Ukrayna’da başka şeylerle meşgul olması, onun üzerine ABD’de Biden’ın yenilip Trump’ın seçilmesi ve ancak 20 Ocak’ta göreve başlayacak olması, Filistin’deki gelişmeler, İsrail’in bölgede yaptıkları, Erdoğan’ı bu dönemde ve büyük ihtimalle ABD ve İsrail’in de bilgisi dâhilinde, “Galiba artık bu harekete girişebiliriz” stratejisini yapmaya itti.
Buna ilâveten, içeride Devlet Bahçeli’nin, hiç kimsenin anlamadığı “Haydi bakalım gel Öcalan, PKK’ya çağrıda bulun. PKK silâhları bıraksın ve yolumuza devam edelim” şeklinde bir çağrısı oldu. Ben Devlet Bahçeli’nin bir çözüm sürecini üretebilecek, yönetebilecek, o tür bir tecrübeye ve bilgi birikimine sâhip olduğunu zannetmiyorum. Milliyetçi çizgiyle giden bir insanın böyle bir şey söylemesinin arkasında başka ne nedenler olabilir diye de düşündüm. Baştan beri, benim de olması gerektiğini savunduğum hâdise şuydu: Nasıl ki Irak’ta Kürt Bölgesel Yönetimi ile Türkiye belli bir ilişkiyi kurup, daha sonra neredeyse PKK’yla savaşacak duruma gelmelerini sağladıysa ve nasıl onlarla her bakımdan işbirliğini geliştirip, orada onların da ekonomik gelişmesine katkıda bulunduysa… Biz bunu Mesud Barzani ile yaptık. Barzani, askeriyenin, belli ulusal çevrelerin, belli milliyetçilerin gözünde “postal yalayıcı”ydı, teröristti, şuydu buydu. Fakat bunu yaparken, biz ön koşul olarak Mesud Barzani’nin değil, PKK’nın silâh bırakması için birlikte hareketi öngördük. Yani Mesud Barzani’den, o bölgeyi kurmuş ve yöneten bir duruma gelmiş olmakla, “Sen de silâhlarını bırak” demedik.
Bahçeli’nin PKK’ya silâh bırakma çağrısı meselesine gelince: Kandil’den birçok PKK’lı, YPG saflarına katılmak üzere çok büyük oranda Suriye saflarına geçti. Dolayısıyla sizin bu aşamada PKK’ya “Silâhlarını bırak. Kürt vatandaşlarımız da bizimle şöyle iyi olsun, eşit vatandaşlar olarak devam edelim” dediğiniz zaman, reel-politik bakımdan bir gerçeklik olması lâzım. Siz “PKK Türkiye’ye karşı silâh bırakmalıdır” derken, zannediyorsunuz ki bu adamlar silâhlarıyla Suriye’ye inmişler, Suriye’de o bölgeyi korumak için, biraz önce söylediğim gibi Deyrizor’da ve başka yerlerde milislerle savaşıyorlar. Böyle bir ortamda, orada yerel yönetimi bir şekilde kurmuş olan adamlara, “Kardeşim sen silâhını bırak. Biz Suriye Millî Ordusu ile gelip zâten canınıza okuyacağız. HTŞ de var, onları da bir şekilde iknâ ederiz, sizi oradan yok ederiz. Ama siz silâhı bırakın” diyorsunuz. Ben bunu Devlet Bahçeli’nin dış politika anlamında kavradığını zannetmiyorum, ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kavradığını tahmin ediyorum. Onun şu biçimde kullanmasının yararlı olacağını ortaya koymamız gerekiyor. Ne demek bu?  Yani bu tür ihtilâfların hallinde, mutlaka ve mutlaka siyâseti ön plana çıkartmamız gerçeği açıktır. Netîce îtibâriyle, MİT üzerinden Öcalan’la görüşüyorsunuz, görüşeceksiniz de. Ama gidip DEM Parti’nin belediyelerine kayyum atamanız, “Bana bak, ayağını denk al, şöyle yaparım sana” diye sopa göstermeniz, Kürtlerin siyâsîi kanalını kapatıyor; PKK’ya da silâh bırak demeniz…
Oysa, yeni gelecek Trump yönetimi, ABD’nin “Müttefikleri kollayacağız” demesi, İsrail’in oradaki hamleleri, şu bu çerçevesinde, bir taraftan ABD “Ben Kürtleri İran’ın nüfûzuna bırakmayacağım” diyor; ama Türkiye gibi büyük bir millet olarak biz neden Kürtleri ABD ve İsrail’in kanatları altına almasına izin vereceğiz? Niçin onlar kurtarıcı? Niçin biz Kürtlerin yaşamını boğazlayan bir ülke durumuna gelelim? PKK Türkiye içinde bir şey yapmadığı sürece, şu gün için Cumhurbaşkanı’nın önünde çok önemli bir fırsat daha var.  Nasıl ki Halep’e girildiğinde kendisine pay çıkartacaksa –doğrudur, değildir, bal gibi çıkartabilir, siyâsettir bu–, aynı şekilde, PYD ile, Kandil’le konuşursunuz. Tabiî Öcalan’la da konuşursunuz; ama esas muhâtabınız Kandil olacaktır. Kandil ve YPG ile konuşursunuz, sonra tekrar PYD’yi de devreye sokarsınız ve dersiniz ki: “Eğer siz PKK olarak ya da YPG olarak Türkiye’ye karşı bir şey yapmaya kalkarsanız, bunu ABD’nin, Rusya’nın, İsrail’in, İran’ın önünde söylüyorum, canınıza okurum, hiç kimse de bana bir şey yapamaz. Ben büyük bir ülkeyim. Bana bir şey yapmaya kalkışmayın. Irak’taki Kürt bölgesindeki gibi kurun yönetiminizi. Sizlerle berâber hem ekonomik olarak… Bakın, Deyrizor’da çok ciddî petrol sâhaları var. Suriye’de dünya kadar zeytinlik var, tarım alanı var. Siz birtakım insanların söylediği gibi “Oh ne güzel, Kürtler Erbil’den Lazkiye’ye kadar koridor açtılar” olayı da olmasın. Bu şartlar altında kendinize dost iki ayrı Kürt yerel yönetimiyle ilişkileri belli bir şekle sokma imkânına kavuşur, buna ABD’nin ve İsrail’in de garantör olmasını da sağlarsınız.”
Ben Türkiye’de abartılı işlerin, yani siyâseten halkı korkutmak amacıyla kulaklarına üflenmesinden bıktım. Yok efendim, “İsrail Toroslara kadar gelmek istiyor”, yok, “ABD Türkiye’yi bölmek istiyor”.   Mevcut durumda, askerî olarak hâlen bölgenin en güçlü ülkesiyiz; buna İsrail de dâhil. İran’a karşı, ABD ve İsrail’in almış olduğu bir pozisyon var. Biz tabiî ki İran’a karşı bir pozisyon almak istemeyiz. Ama İran halkının o mollalardan ne çektiğinin de farkındayız. Keşke birtakım gelişmeler, İran’ın içerisinde mollaların değişmesine neden olmasa bile, onların da birazcık kendilerini reforme etmeleriyle sonuçlansa. Biraz önce söylediğim gibi, Erdoğan’ın Kürt Bölgesel Yönetimi ile yaptığı gibi, bir olayı gerçekleştirmek için hem müttefiklerle hem de Rusya ile bir mutâbakata varıp, PYD üzerinden bir şeyler hallettiği ve YPG’nin de ister Kandil’deki ister Suriye’deki olsun PKK’nın, Türkiye’ye karşı hiçbir sûrette silâh kaldırmama taahhüdü altında, bölgede şu adımı sağlamış olur: Tabiî ki Sykes-Picot Anlaşması’ndaki ana sınırların korunmasında fayda vardır. Ama Suriye’nin içerisinde yerel idârelerin daha düzgün yaşamalarını sağlayacak, tıpkı Irak’taki durum gibi bir düzenin kurulmasına Türkiye bir katkıda bulunabilir. Ben Sayın Cumhurbaşkanı’nın, Kürtleri karşısına alarak böyle bir şey yapmaması, hattâ böyle bir çabaya girişmesi hâlinde, Türkiye’deki Kürtlerin de gönlünü alacağına dâir bir hissiyatım var. Gönlüm isterdi ki bunu muhâlefet yapabilsin.

Ruşen Çakır: Tam da bunu soracaktım. Dün Meclis’te Özgür Özel’in konuşmasını dinledim. Suriye ile ilgili bölüme “Biz Türkiye’nin birinci partisiyiz” diye başladı. Ben de bununla ilgili yaptığım yayında https://medyascope.tv/2024/12/03/suriye-yeniden-sekillenirken-video/ “Açıkçası hazırlıksız yakalanmışlar ve Özgür Özel temkinli davranıp bildiğimiz şeyleri söyledi. Yeni bir şey duymadım CHP’den” diye yorumladım.
Özçelik: Zâten CHP’nin mevcut yönetiminden yeni hiçbir şey duymuyoruz. Mevcut CHP’nin, Atatürk’e yakışır bir parti olması yolunda bir tarafa doğru gidebilmesi için, bundan sonra ben de kesinlikle belli bir muhâlif hareketin içerisinde olacağım ve uğraşacağım, mâdem benim bir siyâsî kimliğim de var. İçeride Namık Tan, İlhan Uzgel gibi isimler var. Bu arkadaşlarımıza bir şey yaptıramadıklarını da görüyorum. Bu da yönetimden kaynaklanıyor maalesef. Bir de bu arkadaşlarımızın ihtilâflı bölgelerde fazla tecrübesi yok. Birlikte çalışılmaz mı? Elbette çalışılır. İsterlerse bana kızsınlar, istediklerini söylesinler fark etmez, ama söylediğim gibi, CHP’nin, Türkiye’ye yakışır, laik ve sosyal bir devlet olma yolunda ilerlemesi için… Bu laiklik meselesinde de dindar insanlarımızın hepsini nasıl kavuşturacağımızı da ortaya koymak için uğraş vereceğimizi, vermemiz gerektiğini biliyoruz ve uğraşacağız. Umarım Özgür Bey de bizim söylediklerimizi daha fazla dinler. Belki yeni başka birilerinin de gelmesine gerek kalmadan, CHP, Atatürk’ün ilkelerine uygun, bütün halkımızı kucaklayan, dış politikayı iyi anlayabilecek, Cumhurbaşkanı “Ben Esad’la konuşacağım” dediği zaman, onun bir de dış boyutunun olduğunu, zamânı geldiğinde Halep’e doğru ilerleyebileceğini anlayabilecek, sezebilecek bir yapıya kavuşur. Söyleyeceklerim bunlar.

Ruşen Çakır: Çok teşekkür ediyorum Murat Özçelik, çok güzel bir yayın oldu. Emekli büyükelçi ve eski kamu güvenliği müsteşarı Murat Özçelik’le, “Türkiye Suriye’de ne yapıyor, ne yapabilir, ne yapmalı?” sorularının cevâbını aradık.
Özçelik: Bu saydıklarına bir de eski CHP milletvekili olduğumu da eklemelisin Ruşen. Aynı zamanda dış politikadan sorumlu eski genel başkan yardımcısıydım CHP’de. Yani arkadaşlarım hatırlasınlar diye söylüyorum bunu.

Ruşen Çakır: Evet, doğru. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve eski milletvekili Murat Özçelik’e çok teşekkür ediyoruz. İzleyicilerimize de teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı