Bahçeli'nin "Cumhur İttifakı'nda çatlak yok" sözüne inanmalı mıyız? Kemal Can yorumluyor

04.11.2025 medyascope.tv

4 Kasım 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında “Terörsüz Türkiye” sürecine, Selahattin Demirtaş’ın tahliye talebine, uluslararası gündemlere ve Cumhur İttifakı’nda çatlak olduğu iddialarına değindi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ‘’Cumhur İttifakı’nda çatlak yok’’ sözüne inanmalı mıyız?” sorusunu Kemal Can’la değerlendireceğiz. Kemal merhaba.
Kemal Can: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Kemal, cuma günkü ‘Haftaya Bakış’ta https://medyascope.tv/2025/10/31/haftaya-bakis-290-erdogan-ile-bahceli-arasinda-kriz-cozum-surecinde-yeni-asama-demirtasin-yazisi/ seninle ‘’Ne olacak ne bitecek? Çarşı karıştı mı, karışmadı mı?’’ bunu konuşmuştuk.
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Devlet Bahçeli'nin partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmasını https://www.mhp.org.tr/htmldocs/genel_baskan/konusma/5491/index.html okudun herhalde. Konuşmasında ilk önce çözüm sürecine değiniyor, sonra da Cumhur İttifakı’nda olduğu söylenen ‘’çatlak’’ meselesine değiniyor. İstersen önce bu çatlak meselesinden başlayalım. Konuşmasından ne anladın? ‘’Her şey yolunda, durum sakin. Birileri bizim aramıza fitne fesat sokmak istiyor, ama bizim aramızda hiçbir sorun yok.’’ Öyle mi anladın?
Kemal Can: Adalet Bakanı, her problem olduğunda, çıkıp ne diyor bize? “Türkiye bir hukuk devletidir. Bir problem yok.” Şimdi bu Cumhur İttifakı gerilimleri meselesinde de, bir Erdoğan çıkıyor, bir Bahçeli çıkıyor ve “Bizde bir sorun yok. Her şey gayet yolunda gidiyor” diyor. Buradan şunu anlamalıyız. Bu kadar uzun süre, bu kadar çok problemden, bu kadar çok göndermeden, imadan çıkardığımız sonuç, defalarca konuştuğumuz gibi, bu ittifakın çok ciddi problemleri, ciddi çatışmaları olabiliyor. Doğrudan liderler bazında olmasa bile, başka seviyelerde, bazen devlet bürokrasisi içerisinde, bazen siyasi aktörler arasında sürekli birtakım problemler oluşuyor. Liderler inisiyatif kullanarak, çok açığa çıkmadan ya da çok problem yaratmadan yatıştırıyorlar, hallediyorlar, aralarında çözüyorlar. Bazen de aralarında çözemedikleri için ya da o partilerin içerisindeki ekipler ve gruplar, biraz lideri de sıkıştıran bir tazyikle bazı hamleler yaptıklarında ise, kamuya açık birtakım imalar, göndermeler, restler söz konusu oluyor. Sonra, onlar bir sonuca varır gibi olduğunda ya da mesaj yerine iletildiğinde, tekrar, üçüncü şahıslar nezdinde, ittifakın sağlamlığına ilişkin açıklamalar yapıyorlar. Bu bir döngü, sürekli tekrarlanıyor. Şimdi buradan ne, “Hepsi tiyatro, hiçbir sorun yok. Arada bir böyle numara yapıyorlar’’ ya da Bahçeli'nin söylediği gibi, ‘birileri palavradan nifak uyduruyor’ anlamı çıkar, ne de ‘’burada çok ciddi problemler var ve artık kopma seviyesine geldi. Bu iş patladı, bitti’’ anlamına gelir.
Bu çatlak meselelerini geçen hafta da konuştuk. Aslında problem şurada. Burak Bilgehan Özpek’le yaptığın yayını https://medyascope.tv/2025/11/05/erdogan-ve-bahcelinin-surece-bakisindaki-farkliliklar-video/ dinledim. Özpek, siyaset bilimi çerçevesi içerisinde, ‘’siyasi çatışma’’ denilen şeyin illa çok somut bir kopma, bir bitiş, bir final içermesi gerekmediğini söylüyordu. Aslında öyle. Bu iktidar ittifakının, kuruluşundan itibaren sürekli gerilimli bir ilişkisi var ve bu gerilimli ilişki yönetilebildiği sürece ve kendileri açısından verimli olduğu sürece de devam ettiriliyor. Şu anda iki tarafın da birbirlerine ihtiyacı var. Ama bence Erdoğan'ın daha fazla ihtiyacı var. Hep, Bahçeli'nin daha fazla ihtiyacı olduğu varsayımı ya da muhalefet çevrelerinde buna inanma eğilimi daha güçlü, ama ben tersine inanıyorum. Sonuçta bu karşılıklı bir ihtiyaç. İki tarafın da birbirine olan ihtiyacı kuruluş anından itibaren devam ettiği gibi, bugün çok daha güçlü. Dolayısıyla, bu ihtiyaç devam ettiği sürece problemler ortadan kalkmaz, ama problemlerin, bu ihtiyacın üstüne çıkabileceği bir seviyeye varmadıkça da bir final olarak karşımıza gelmeyeceğini görüyoruz.
Bahçeli, grup toplantısında yaptığı konuşmasında Anıtkabir’e ve Külliye’deki Cumhuriyet Resepsiyonu’na neden gitmediğini, her zaman yaptığı garip bir mantıksallıkla açıklamaya çalışıyor ama herkes biliyor ve aslında kendisi de zaten böyle bilinmesini istediği için böyle yaptığı bir şeyi ortaya koydu. Şu bir iki hafta içerisinde birkaç konuda mesaj gitti geldi; birtakım jestlerle, birtakım hamlelerle, birtakım imalarla bir tazyik söz konusu oldu. Bunun arkasında birkaç şey var. Hep konuşulduğu üzere, iki partinin ve bu iktidarın kendi iç güç dengeleri ile ilgili tarafları var. Bir taraftan süreçle ilgili, bir taraftan, dış politika ile ilgili genel politik rota ile ilgili tarafları var. Geçen hafta da söylediğim gibi, bunların sadece birinin geçerli olması için, ‘’nedeni şudur’’ demek gerekmiyor; aslında bunların hepsi birden geçerli. Bahçeli defalarca, hatta kimi zaman artık ittifaklı seçime gitmeyeceğini söyleyecek resti bile çektiren bazı hatırlatmalar yapma ihtiyacı duydu. Bu ihtiyacın sonrasında ortaya çıkan tartışmaların hemen hepsinde de yine bugünküne benzer çıkışlar yapıp, aslında Cumhur İttifakı'na ne kadar bağlı olduklarını anlattı. Ama Bahçeli'nin Cumhur İttifakı vurgularının hepsinde, benim senelerdir gördüğüm çok net bir şey var: Bahçeli, Cumhur ittifakı ile ilgili çok yüksek iddialar ortaya koyduğunda, aslında hep alt metninde bunun dışına kaçmaya çalışan ya da bu ittifakın kendisine, iktidar içindeki problem yaratmaya yatkın odaklara bir mesaj gönderiyor. Yani kendi bağlılığını söylerken, aslında karşı tarafa bu bağlılığa uygun davranmasını hatırlatan bir tutumu oluyor. İkinci bir mesaj da, bu konudaki temel denge unsuru ya da belirleyici aktör olarak, Erdoğan'ı sıkıştırmaya çalışıyor.
Şimdi son süreçte, MHP'nin ya da MHP'lilerin yaşadığı problemlerle ilgili, aşağıda çözülemeyen birtakım şeylerin, yukarıda halledilmesi gerektiğini anladığımız birtakım kulisler döndü birkaç haftadır. Ayrıca, dış politika ile ilgili, Kıbrıs gibi bazı meseleler gündeme geldi. Bir de, bir yıldır süren bu süreç meselesi, ki zaten konuşmasının baş tarafında süreçle ilgili meseleyi anlatıyor ve Komisyon’un İmralı'ya gidişi meselesinde artık ayak sürümenin doğru olmadığını söylüyor. Dolayısıyla, bu konuda da Erdoğan'la Bahçeli arasındaki problemi biliyoruz. 

Ruşen Çakır: Şimdi istersen bu süreç meselesine gelelim.
Kemal Can: Şunu söyleyeyim: Bunların hepsi beraber işliyor. Bu bir paket yani. Burada hakikaten şunu anlamamız gerekiyor: Bahçeli hem bugünkü konuşmasıyla hem önceki hamleleriyle; resepsiyonla, Anıtkabir’le, birtakım laflarıyla hem mesajı gönderdi, hem de aslında şimdi,’’ problem yok’’ mesajıyla, mesajının altını bir kez daha kalınca çiziyor. Yani bu yükümlülüğün kendi üzerine bırakılması konusundaki rahatsızlığını da anlatmış oluyor.

Ruşen Çakır: Şimdi sürece gelirsek… Sen yayına girdiğin, yani konuşmaya başladığın anlarda, sosyal medyada Selahattin Demirtaş'ın yeni bir açıklaması geldi. Demirtaş cezaevinde, ama ânında her şeye müdahil olabiliyor. Açıklamasını yine el yazısıyla yaptı.
Kemal Can: Tekrar kettle mesajlarına başladı anlaşılan.

Ruşen Çakır: Evet. Şimdi onu bir okuyayım, izleyicilerimiz de görsün. Sayın Devlet Bahçeli bugünkü grup toplantısında cesurca tabuları yıkmış, korkulara teslim olarak barışın inşa edilemeyeceğini göstermiştir. Kendisini yürekten kutluyor, içtenlikle teşekkür ediyorum. Yine Sayın Özgür Özel de erdemli bir tavırla öz eleştirel yaklaşarak başka bir cesaret örneği sergilemiştir. Kendisini de yürekten kutluyor, içtenlikle teşekkür ediyorum. Özgür Özel, dokunulmazlıklar konusunda özür diledi ya, ona gönderme var. Demirtaş’ın açıklamasını okumaya devam ediyorum: Ancak herkes şunu bilmeli ve emin olmalıdır. Hep birlikte yeni bir sayfayı açmaya çalışırken, geçmişin hatalarına takılıp kalırsak, geleceğimizi de ipotek altına almış oluruz. Benim de, hiçbir siyasetçinin de böyle bir lüksü yoktur. Bu çerçevede kimseye özel bir kırgınlığım da, küskünlüğüm de yoktur. Halk bizden sorunların çözümünü beklerken, feraset ve cesaretle yeni şeyler söylemek, yeniyi inşa etmek, hepimizin boynunun borcudur. Önce silahlar kesin ve kalıcı olarak aradan çıkacak. Burası nettir. Çünkü Sayın Öcalan bu konuda net ve kararlıdır. Aynı şekilde Sayın Cumhurbaşkanı sürecin arkasındadır. Bize düşen de bu sürecin başarısı için tereddütsüz destek olmaktır. Geri kalan tüm sorunlarımızı demokratik siyasetin imkân ve koşullarında yine hep beraber çözmeye gayret edeceğiz. Ama önce barış, önce barış.”
Bahçeli bugünkü konuşmasında ve sonra gazetecilerin sorularına cevap verirken, ilk defa bu kadar bariz bir şekilde Demirtaş’ı sahiplendiğini görüyoruz. Ben de zaten yayının başlığına onu çıkarttım. Öcalan'a zaten sahip çıkıyordu, ama Demirtaş'a çok net bir şekilde sahip çıktı ve Demirtaş'la Öcalan arasında sorun olduğunu iddia edenlere ya da onları iki ayrı şey olarak göstermeye çalışanlara da öfkeli bir tepki gösterdi ve Demirtaş'ın da çıkmasını alenen istedi. Şimdi Demirtaş ne kadar geç çıkarsa, bunun sorumlusunun sadece Erdoğan olduğunu göreceğiz. Yani bu artık çok net. Tıpkı, Bahçeli’nin Komisyon’un kurulmasını istemesi ve Komisyonun geç kurulmuş olması gibi. Çünkü Erdoğan tereddüt etti. İmralı'ya, Öcalan'a gitmelerini istedi, hâlâ gitmediler. Çünkü Erdoğan ayak diriyor. Bahçeli’nin bu kadar açık ve net bir şekilde Demirtaş’ı sahiplenmesi seni şaşırttı mı?
Kemal Can: Şaşırtmadı. Çünkü daha önce de, yani süreç başladıktan sonra Bahçeli Demirtaş'ı aramıştı. Bildiğim kadarıyla iktidar kanadından Demirtaş'la temas kuran tek girişim. Bilmediğimiz birtakım temaslar olabilir, ama açık bir temas kuran Bahçeli olmuştu. Dolayısıyla bu beni şaşırtmadı. Daha önce, Bahçeli kendisi değil ama süreçte etkili olan Feti Yıldız gibi MHP'li isimler, birkaç kez dolaylı olarak, yasal düzenleme gerekmeyen adımlar bahsinde, bu tutuklamalar, kayyumlar meselesine hafiften temas ettiler hatırlarsan. Zaten senin de işaret ettiğin gibi, nazlanan, ayak direyen, yavaşlatan taraf gayet açık. Artık bir senenin sonunda, bu, tevil götürmez biçimde bir hakikat olarak gözümüzün önünde. Zorlayan, itekleyen, hızlandırmaya çalışan taraf da gayet net. Bugünkü konuşmada, Bahçeli senin de ve Demirtaş'ın da işaret ettiği gibi, aslında çok önemli başka bir şeyin altını; bu süreç için fedakârlık yapma meselesinin altını çiziyor. Bunu niye önemsiyorum? Çünkü Erdoğan sürecin inisiyatifini eline alırken, aslında ‘’Rabbena, hep bana’’ genel prensibine uygun olarak, kendisi sıfır riskle, hiçbir fedakârlığa ve riske girmeden, talepkâr bir pozisyonda ve lütfeden konumunda sürece dâhil olmak istiyor. Ama Bahçeli de, Demirtaş da, “Bu süreçteki samimiyeti belirleyecek olan şey risk almak, fedakârlık yapmak ve adım atmak” diyorlar. Dolayısıyla, aslında burada kimi neye zorlamak için bu hamlelerin yapıldığı, bence çok kapalı değil.
Burada, senin de sıraladığın gibi, başka şeyler de var: Yani ilk İmralı'ya gidiş sürecinin gecikmesi, Bahçeli'nin çıkışına çok güçlü bir iktidar desteğinin ifade edilmesi, Komisyon’un oluşması, Komisyon’un oluşmasından önce Öcalan'ın mesajı kısmı, daha sonra Komisyon’un İmralı'ya gidip gitmemesi gibi süreçlerin kritik aşamalarının hepsinde, kimin yavaşlatıcı, kimin köstek olduğunu biliyoruz. Şimdi Demirtaş da, Bahçeli de daha önceki çeşitli açıklamalarında, -şimdi Demirtaş'ın açıklamasında da var- ‘’bu işin arkasında’’ diyerek, özellikle Erdoğan'ı işaret ediyorlar. Ama bu işaret bir realiteyi tespit işareti değil. Bu, olması gerekeni anlatan ve onu çağıran bir şey. Bazen birini bir şeye zorlamak için ona böyle cepheden taarruza geçerek bunu yapabilirsiniz. Bunu yapmaya mecbur olduğunu onun suratına söyleyerek, onun, bunu yapmaktan geri durduğunu herkese anlatarak, onu bir şeye yapmaya zorlayabilirsiniz. Ama bir başka zorlama biçimi daha var. O zorlama biçimi de “Sen bunu yaparsın. Sen zaten bunu yapıyorsun, neden yapmayasın ki?” havasında bir motivasyon. “Arkasındasın bu işin” diyerek aslında kaçınamayacağı bir yere doğru itmeye çalışıyor. Bence hem Bahçeli'nin sözlerinin içerisinde bunlar var, hem de Demirtaş’ta var. Ben ikisinin açıklamasındaki ve şimdiye kadar defalarca yapılmış açıklamalarda, “Erdoğan sürecinin arkasında, Erdoğan süreci sahiplendi” söylemlerini hep böyle okuyorum. Çünkü aksi bir şeyin görüntüsüne, bilgisine sahip değiliz. Erdoğan bir konuşmasında, bu süreci önemsediğini söylemiş, öbür konuşmasında, “Çok önemli adımlar atılacak” demiş. Yani bunların hiçbir anlamı yok. Çünkü bildiğimiz gibi, Erdoğan'ın pozisyonu söyleme pozisyonu değil, yapma pozisyonu. Dolayısıyla, Erdoğan'ın ne düşündüğünü, nasıl hareket ettiğini, nereye doğru gittiğini söylediklerinden değil yaptıklarından çıkartmalıyız. Yaptıklarına baktığımızda ise öyle bir tablo görmüyoruz. Ama buna karşılık, sürece iyimser bakan, ‘’Erdoğan sürecin arkasında’ diyen herkes, ‘’işin ilerleyebilmesi için Erdoğan'ın aktif hale gelmesi lazım. Onun için de onu buraya doğru itmek lazım’’ diye düşünüyor. İtmek de eleştirel bir yolla değil, tabir yerindeyse biraz gazlayarak yapmayı denedikleri bir şey. Taşın altına elini sokmak diye bir laf var ya, şu anda Erdoğan o taşın işe yaramasını, o taşın oradan kaldırılmasını istiyor, ama elinin o taşın altına girmesini de istemiyor.

Ruşen Çakır: Son olarak şunu da sormak istiyorum: Bu bence çok hayati bir şey aslında. Özellikle muhalif kesimde bir Demirtaş algısı vardı.  Bazılarına göre, “Kürt olmasa da iyiymiş” düşüncesine kadar gidebilecek bir yerde. Reha Ruhavioğlu’yla yaptığımız yayında https://medyascope.tv/2025/11/04/reha-ruhavioglu-ile-soylesi-kurtlerde-ocalan-ve-demirtas-algisi/ da konuştuk; Demirtaş’ın T24’teki son yazısında https://t24.com.tr/yazarlar/selahattin-demirtas/surecin-muhasebesi-neler-yapabilirdik-ya-da-yapabiliriz,52193 da yer yer Anıtkabir gibi göndermeler, özellikle Kürtlerin içerisinde bayağı tepki çekmiş. Ama bugün Bahçeli'nin Demirtaş'a bu kadar sahip çıkması birçok kişiyi şaşırttı. Senin şaşırmadığını biliyorum da, birçok kişinin kafasındaki Demirtaş algısı, Demirtaş, Erdoğan ve Bahçeli’yle kavga eden birisi olarak görülüyor. Onlarla kavga ettiği için içeride olduğu kesin, ama Demirtaş’a, o kavgayı sonuna kadar sürdüren birisi gibi bir anlam yükleniyordu. Bahçeli’nin ona bu şekilde sahip çıkması birtakım insanlarda, ‘‘Ne oluyoruz?’’ gibi bir duygu yarattı. Demirtaş realitesiyle insanlar yeni yeni tanışmaya başlıyor sanki.
Kemal Can: Aslında şöyle bir şey var. Evet, Demirtaş bu iktidarla, Bahçeli ve Erdoğan'la kavga eden birisi. Ama iktidar tarafına geçersek, Demirtaş'la asıl kavgalı ve hasım olan Erdoğan. Bahçeli'ninki siyasi bir pozisyon. Erdoğan’ınki ise daha kişisel bir pozisyon. Erdoğan'ın zaten siyasi reflekslerinin çoğu kişisel pozisyonuyla çok bağlantılı. Cemaatle ilişkisi de öyleydi, dış aktörlerle ilişkileri de öyle. Öyle tanımlıyor, öyle kurguluyor. Yakın kurmaylarıyla ilişkisi öyle, hatta partisiyle kurduğu ilişki de öyle. Erdoğan'ın Demirtaş'la meselesinin, siyasi bir kavganın boyutlarını aşmış, özel içeriği olan, ta 2014'te, “Seni Başkan Yaptırmayacağız” söylemine kadar giden, hatta bir teze göre, büyük nefret ve kin duyarak davrandığı iki ismi; Kavala ve Demirtaş'ı buluşturan meselelerden birisinin, tam da o, “Seni Başkan Yaptırmayacağız” sözü olduğunu biliyoruz. En azından, Erdoğan'ın kafasında böyle olduğu hep anlatılır.
Az önce, Bahçeli’nin Demirtaş'ı daha önce de aradığını söylemiştim. Ama Erdoğan bütün bu süreç içerisinde Demirtaş'tan hiç bahsetmedi, Demirtaş bahsi geçmedi. Oysa Bahçeli’yle Demirtaş'ın daha önce yaptığı açıklamaları, karşılıklı olarak birbirlerinin isimlerini zikrederek temas ettikleri konuşmaları oldu. Bahçeli'nin de böyle şeyleri oldu. Hatta ‘’kurucu önder’’ diyerek Öcalan’ı taltif etmekten bile geri durmadı Bahçeli. Dolayısıyla, burada hem süreçle ilişkileri açısından hem süreçteki aktörlerle ilişkileri bakımından, Erdoğan'la Bahçeli arasında bir fark var. Şimdi senin söylediğin işin başka bir yönü de şu: Demirtaş, muhalefet kamuoyu açısından, sanki Kürt meselesinden bağımsız, Kürt sorununun kendi gereklerinden tamamen kopmuş bir Türkiye muhalefet siyasetinin önemli bir aktörü ve Kürt seçmenin muhalefette kalma kararlılığının sembolü gibi kodlanmış durumda. Ve bu nedenle, Öcalan'la da problemi olan, hatta DEM'le de problemi olan, hatta bu Kürt siyasetinin temel meselelerinden biri olan Kürt sorununun kendisiyle de biraz mesafe koyabilecek bir politik aktör gibi kodlanmaya çalışılıyor.
Ama Demirtaş’ın, Kürt kamuoyundan başka bir alana, diğerlerine sözünü geçirebilen, sözünü dinletebilen birisi olma özelliği var. Son sosyal medya paylaşımındaki kar makinesi metaforu da oradan geliyor. Yani buzu kırarak, karı açarak, soğukluğu ortadan kaldırarak bir yol açma yeteneği olan birisi. Ama muhalefet kamuoyunda, iktidardan kopup gelenlere ya da her türlü devşirmeye, dışarıdan gelene, ilk başta büyük bir teveccüh gösterilmesi gibi, muhalefet aktörü hâline dönüşmüş isimleri kendi bulundukları zeminin dışında bir tanıma, bir tarife, bir çerçeveye oturtma ve dolayısıyla onu kendince başkalaştırma alışkanlığı var. Bu, bazen hayâl kırıklıklarına yol açıyor. Bazen de o aktörleri lüzumsuz bir yük altında bırakıyor. Şimdi Demirtaş'tan beklenen, tıpkı daha önce İmamoğlu'ndan da beklendiği gibi, içinden çıktığı ve aslında kendisini güçlü bir aktör hâline dönüştüren ana gövdeden kopup, kendi başına bir yürüyüş yaratması. Böyle bir serdengeçti olması bekleniyor. Bu çok akıllıca bir şey değil, çok faydalı bir şey de değil. O yüzden ben, Demirtaş'a bu yüklenen pozitif şeyin, sanki bir taltif gibi, onu onurlandıran bir şey gibi yapıldığını, ama bir yandan da ona bir çerçeve, bir zorunlu rota ya da bazı mecburiyetler atayan bir oluşum olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Evet, görev veriyorlar, sınır çiziyorlar.
Kemal Can: Bu süreç iyice dar bir şey, PKK'yla devlet arasında hallediliyor, silahlar bırakılıyor ya, muhalefet kamuoyunun Demirtaş’tan beklediği, kabaca, ‘‘Sen bu süreci filan bırak, Kürtleri al buraya gel’’ gibi bir şey.

Ruşen Çakır: Kemal, diğer konukları da sayarsak, yaptığımız bu yayın tam iki saat sürdü. Bak ekrana getiriyorum, sosyal medyada birisi, ‘’MHP lideri Demirtaş'ın tahliye edilmesi gerektiğini’’ açıkladığı haberini alıntılamış ve “Ruşen Çakır 500 tane yayın yapacak, yandık” diye dalga geçmiş. Evet, 500 yayından ilkini yaptım ve 2 saat oldu. Artık biraz dinlenmek istiyorum.
Kemal Can: Hadi bakalım, dinlen o zaman.

Ruşen Çakır: Ama gerçekten önemli bir şey bu. Bu, ‘’Başımıza taş yağacak’’ olayının yeni versiyonu. Geçen sene mayıs ayından beri yaşıyoruz. Hele 22 Mayıs’taki Bahçeli'nin “Öcalan gelsin Meclis’te konuşsun” çıkışı. Henüz onu aşabilen olmadı. Var mı onu aşan bir çıkış?
Kemal Can: 22 Mayıs, Öcalan'ın yaptığı açıklama. Bahçeli’nin o söylediğin açıklaması 22 Ekim.

Ruşen Çakır: Haklısın 22 Ekim’di. “Gelsin, DEM Parti grubunda konuşsun” çıkışını henüz aşamadık. Kemal, çok sağ ol. Cuma günü Haftaya Bakış’ta bunları yine konuşacağız.
Kemal Can: Cuma’ya kadar daha neler olur.

Ruşen Çakır: Umarım Cuma’ya kadar Selahattin Demirtaş da çıkmış olur. Yani çıkmaması için hiçbir neden kalmadı, Erdoğan dışında. Yayını burada noktalayalım. Çok teşekkürler, Kemal. İzleyicilerimize de bizi izledikleri ve bizi destekledikleri için çok teşekkürler. Demin ekran görüntüsünü paylaştığım sosyal medyadaki kişinin söylediği 500 yayının ilkini yaptık. Birazdan ikincisi için kolları sıvayacağım. Benden ve Medyascope’tan kaçış yok. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
09.11.2025 Yakmak istediğim fotoğraflar!
08.11.2025 Yeniden: Ekrem İmamoğlu mucizesi
07.11.2025 Benim küçük gözaltım
06.11.2025 Siyasal İslamcıların iflası
05.11.2025 Bahçeli Demirtaş’a niçin sahip çıktı?
04.11.2025 Erdoğan ve Bahçeli'nin sürece bakışındaki farklılıklar neler? Burak Bilgehan Özpek anlatıyor
04.11.2025 Bahçeli'nin "Cumhur İttifakı'nda çatlak yok" sözüne inanmalı mıyız? Kemal Can yorumluyor
04.11.2025 Kürt hareketi çözüme hazır mı?
03.11.2025 Demirtaş Öcalan’a mı meydan okuyor?
02.11.2025 Cemil Bayık’a sormak istediğim soru: Fesih karşılığında ne kazandınız ya da kazanacaksınız?
09.11.2025 Yakmak istediğim fotoğraflar!
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı