Ve Selahattin Demirtaş sahalara döndü!

01.11.2025 medyascope.tv

1 Kasım 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Selahattin Demirtaş nihayet uzun bir aradan sonra dönüş yaptı. Sahalara döndü. Arada birtakım açıklamaları olmuştu çözüm süreci dahilinde ama bir yazı yazdı T24'te. Başlığına bakalım: ‘‘Sürecin muhasebesi: Neler yapabilirdik ya da yapabiliriz?’’ Böyle bir yazı yazdı ve bayağı da bir tartışmaya yol açtı. Ama önce şunu söylememe izin verin, bir kişisel not; yani bu yazıyı Medyascope'ta görmek isterdim, isterdik. Çünkü bu süreçte sizler de görüyorsunuz, hatta bazılarınız çok da rahatsız da oluyor ama bu süreci bütün yönleriyle ele alan, sürecin içerisinde Selahattin Demirtaş faktörünü de ayrıca geniş bir şekilde ele alan gerek haberlerle gerek yorumlarla, yazılarla ve yayınlarla Medyascope'un böyle bir geri dönüşün adresi olmasını isterdim. Ama tabii ki tercih Selahattin Demirtaş'ın diye bu notu koymadan edemeyeceğim.
Yazı değişik tepkiler aldı, çok farklı tepkiler aldı ve genellikle DEM Parti çevresinden tepkiler geldi. DEM Parti dışında çok tanık olmadım açıkçası tepkiye. Baktığımızda biraz naif bir yazı gibi. İşte Edirne'den, Hakkari'den aynı anda otobüsler kalkıyor, Anıtkabir'de buluşuyorlar, ortak açıklama yapıyorlar. Ya da işte Bursa Ulu Camii, Diyarbakır Ulu Camii'nde Kürtçe ve Türkçe hutbeler okunuyor. İzmir'den Kars'a gidenler var. Trabzonspor, Amedspor'la maç yapıyor. Trabzonlu taraftarlar Diyarbakır'da konuk ediliyor gibi sembolik ve gerçekleşmesi çok imkansız değilse bile pek olacak gibi gözükmeyen ama kardeşlik vurgusu çok güçlü öneriler var. Ve çünkü zaten yazının perspektifi şu: Bu sürecin temeli silah değil, kardeşlik olmalı. Şimdi bu naif gözüküyor ama burada bir duruş farkı var. Duruş farkı da şu: Şu anda silahlar konuşuluyor, silahların pazarlığı yapılıyor ve kamuoyunun bu sürece dahil edilmesi pek istenmiyor. Yani birtakım İmralı'da yürüyen görüşmeler ya da İmralı Heyeti’nin Erdoğan'la görüşmeleri, Meclis komisyonu ama Meclis komisyonunun kritik görüşmelerinin kapalı yapılması gibi toplumun biraz, biraz değil, fazlasıyla dışarı bırakıldığı bir yer. Çünkü silah konuşuluyor. Ama Selahattin Demirtaş diyor ki: "Hayır, silah değil, kardeşlik konuşulsun öncelikle" diyor ve bu önerileri getiriyor.
Ve burada bir pozisyon farkı var ve bu aslında sürece yönelik çok ciddi bir eleştiri ve hiç de haksız olmayan bir eleştiri. Çünkü bunu özellikle DEM Parti çevresinden kişilerle konuştuğunuzda hep o geliyor karşınıza, yani ‘‘bazı şeyler gizli yürümeli, bırakın, bize güvenin, gerisini merak etmeyin’’ gibi bir hava var. Mesela bir dönem Öcalan görüşmelerinin notları sızıyordu ve biz de bunları haber yapıyorduk, buradan hareketle yorumlar yapıyorduk. DEM Parti çevreleri bize bunların çarpıtılmış olduğunu söyledi, bunlara itibar etmememiz gerektiğini söylediler. Ama, ‘‘Peki, doğrusunu verin’’ dediğimizde de böyle bir şey yapmadılar. Yani görmeyelim, duymayalım, izleyelim, bekleyelim ve sonra mutlu sonu birlikte alkışlayalım gibi bir hava. Ama Demirtaş'ın perspektifi bu anlamda önemli: ‘‘Sadece silahları konuşursanız ve toplumu bir Türk-Kürt kardeşliği perspektifinde bu sürece hazırlamazsanız sonunuz hüsran olur.’’ Ve burada tabii ki şöyle de bir husus var: Silahın konuşma adresi esas olarak Öcalan ve Kandil ve bir anlamda da Suriye'de SDG ama kardeşliği konuşmanın aktörü mesela Öcalan olamaz, Kandil de olamaz. Onlar kardeşlik konusunda bir şey söyledikleri zaman Kürt olmayan kesimlerin dinleyeceği kişiler değil. İşte burada Selahattin Demirtaş bir anlamda bir göreve talip oluyor ve diyor ki esas olarak kardeşliği konuşalım ve bunu yapabilecekler yapsın demeye getiriyor bence.
Ve orada bence yazının en kritik yeri, isim vermeden yönelttiği eleştiri. ‘‘Bunlar yapılmadı,’’ diyor, kardeşlik vurgusu, ‘‘bu tür kampanyalar yürütülmedi.’’ ‘‘Bunun yerine ne yapıldı?’’ diye kendi kendine sorup ‘‘Bol bol dinleme yapıldı. Orada burada gereksiz yere sloganlar atıldı.’’ Akla gelen, Meclis’te DEM Parti grubuna gelenlerin Öcalan sloganları atması. ‘‘TV'lerde konuşanlar ağızlarının ayarını tutturamadılar.’’ Buradaki esas herhalde muhatap da Pervin Buldan, bir Kürt kanalına yaptığı konuşmada medya eleştirisi ve iktidarı göreve çağırması, ki biz de bunu ele alıp eleştirmiştik. ‘‘Hakaretler, tehditler, şantajlar ekranlardan halkın üzerine boca edildi’’ diyor, ki bunları belli ki Edirne'de yakından takip ediyor, yazılanları, edilenleri. Ya televizyonlardan izliyor ya da asistanları ya da dışarıdaki yardımcıları kendisine bunları iletiyorlar. Çok yakından takip ettiğini, her şeyi biliyorum. Ve gerçekten de bu son bir yılın özellikle son aylarında daha çok sorunları konuştuk. Yani kamu diplomasisi anlamında, yani toplumun sürece katılması anlamında genellikle olumsuz örnekler dikkat çekti ve sürece karşı olanlar ya da sürecin başarısız olacağını iddia edenler bunları alabildiğine kullandılar. Bayağı bir suistimal ettiler. Onlara koz verildi.
Demirtaş'ın bir başka söylediği de önemli. CHP konusunda da CHP'ye yönelik operasyonları gündeme getirerek, ki bu konuda ilk defa bir şey söylediğini görüyorum, yanlışım varsa izleyicilerimiz düzeltir. Bunu açık açık şöyle vurguluyor, ki bu da önemli: ‘‘Kürt-Türk kardeşliğini pekiştirmek bir yana Türk-Türk ayrışması da buna ekleniyor’’ diyor. Buradaki kastı esas olarak CHP ile iktidarın, Erdoğan'ın savaşı meselesi. Şimdi burada şunu hatırlatmakta yarar var: 18 Ekim'de İmralı Heyeti Selahattin Demirtaş'ı ziyaret etti. 19 Ekim'de DEM Parti Eş Başkanları Selahattin Demirtaş'ı ziyaret etti. DEM Parti Eş Başkanları Edirne'de bir açıklama yaptılar, görüşmenin olumlu geçtiğini aktardılar. İmralı Heyeti bir gün önce gitmesine rağmen birkaç gün sonra yazılı bir açıklama yaptı ve Selahattin Demirtaş faktörünü hem İmralı Heyeti’nin hem DEM Parti yönetiminin dikkate aldığının göstergesiydi bunlar. Her ne kadar sonradan yapılan açıklamalar pozitif olsa da Demirtaş'ın bu söyledikleri, isim vermeden ama işaret ederek yönelttiği eleştiriler, "dost acı söyler" diye dile getirdiği eleştiriler muhtemelen, muhtemelen diyorum ama eminim, yani muhakkak muhataplarına da bunları söylemiştir, tam da anlaşamadıklarını bana düşündürtüyor açıkçası ve sonuçta bunları yazıya dökerek doğrudan kendi ağzından bu eleştiriyi dile getiriyor ve Selahattin Demirtaş bu sürecin birinci yılında bir perspektif, alternatif bir perspektif sunmak istiyor.
Bu olur mu? Tabii ki buradaki esas iş Öcalan'ın vereceği bir karar. Ne kadar olur, bunu kestirmek çok mümkün değil. Fakat Demirtaş artık uzaktan ya da örtülü bir şekilde, dolaylı bir şekilde ya da örtülü bir şekilde sürece dahil olmak yerine bu yazıyla alenen sürece dahil olmak istediğini gösterdi ve dahil oldu. Gelen eleştirilere baktığımızda kimileri "arabesk" diyenler var bu söylediklerine, o naif önerilere. Kimileri Anıtkabir'den hareketle bunu kabul edilemez bulanlar var. Ama esas olarak burada söylemeye çalıştığı, söylemeye çalıştığı değil, açık açık söylediği, ‘‘silahı değil kardeşliği konuşalım’’ meselesine çok fazla kimse itiraz edemiyor. Fakat daha önceki birçok yayında söylediğim gibi, bir tanesi "DEM Parti hazırlıksız yakalandı" diye bir yayındı, DEM Parti kardeşlik temelli bir süreç faaliyetini, kampanyasını yürütebilecek gibi gözükmüyor. Kadroları bu konuda yeterince yetkin değil gibi gözüküyor. Ve bu anlamda da Selahattin Demirtaş kendisini hatırlatıyor ve bence de, daha önce birçok yayında da söylediğim gibi, sürecin toplumsallaşabilmesi için Kürt olmayan kesimlerin Kürtler tarafından ikna edilmesi gibi bir durum varsa, ki var, bu manada Selahattin Demirtaş'a gerçekten ihtiyaç var. Bakalım ne olacak diyelim.
Bugünün ithafına gelelim ama öncesinde şunu söyleyeyim: Artık çok hata yapmaya başladım. Dün sevgili arkadaşım, kardeşim Cüneyt Cebenoyan'dan bahsederken PKK bombalı saldırısı sonucu hayatını kaybeden ablası Yasemin'le onu, çocuğuyla beraber aynı kazada bulunan ama Cüneyt'in öldüğü, kendisi şu anda kızı Elif'le beraber, Cüneyt'in anısını yaşatmaya çalışan Ayşegül'ün adlarını karıştırmışım. Daha önce de benzer hatalar yaptım. Bu hatalar benim artık, nasıl söyleyeyim, iyice yaşlandığımı gösteriyor diyeceğim ama bir müddet daha gidelim.
Çok sayıda biliyorsunuz böyle genç, yaşlı hayatını kaybetmiş isimlere ithafta bulundum. Bu çok çarpıcı bir şey. Bazı isimler var ki özellikle sanat dünyasında, sinemada, müzikte, edebiyatta genç yaşta gidiyorlar ama geride çok şey bırakıyorlar. Bunlardan birisi Bob Marley, Reggae müziğinin kralı. Artık neyi derseniz deyin. 36 yaşında kanserden hayatını kaybetmiş bir efsane. Ben kendisini bir dönem çok dinliyordum, dinliyorduk. Yine bu benim Boğaziçi Üniversitesi yıllarımda keşfettiğim bir isimdir. Ölümü 1981 ama ben de ölümünden sonra keşfettim diyeyim Bob Marley'i. Bu genç yaşta o kadar çok plak yapmış, o kadar çok beste yapmış ki Bob Marley gerçekten insan hayret ediyor. Çok az sayıda insanın dahil olduğu Rasta, aslında çok daha uzun bir adı var, Rastafaryanizm dinine bağlı. Etiyopya kökenli bir din. Buna bağlı ve rasta saçlarıyla biliniyor ve o saçlar da sonra bayağı bir moda oldu malum. Çok şarkısı var. "No Woman No Cry" mesela ya da "I Shot the Sheriff." "I Shot the Sheriff"i Eric Clapton sonra söyledi bunu yıllar sonra. Hâlâ hiç unutmuyorum, yıllar önce, cezaevinden çıkalı bir iki yıl olmuş, arkadaşım yönetmen Reha Erdem bana, o zaman cep telefonu falan yok, normal telefondan arayıp Eric Clapton'dan "I Shot the Sheriff"i dinletmişti. İlk öyle duymuştum "I Shot the Sheriff"i. Gerçekten çok çarpıcı bir isim Bob Marley. Kendisine hayran bıraktıran bir isim ve aynı zamanda da özellikle Afrika konusunda çok şeyler yapmış birisi ve ülkesi Jamaika için de çok şeyler yapmış ama erken yaşta bu dünyadan ayrılmış. Ama düşünün, 1981 yılında ölüyor ve hâlâ hep biliyoruz, ben şahsen hâlâ çok dinliyorum. Kendisini saygıyla anıyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
02.11.2025 Cemil Bayık’a sormak istediğim soru: Fesih karşılığında ne kazandınız ya da kazanacaksınız?
01.11.2025 Ve Selahattin Demirtaş sahalara döndü!
30.10.2025 Erdoğan’ın CHP’ye karşı son 225 günü: Bir adım ileri iki adım geri
29.10.2025 Çözüm sürecinde kazananlar ve kaybedenler | Mehmet Gürses yorumluyor
27.10.2025 İmamoğlu, Özkan ve Yanardağ’ın casuslukla ne ilişkileri olabilir?
26.10.2025 23 Haziran 2019’da Demirtaş Öcalan’a rağmen, hatta ona inat olarak mı İmamoğlu’nu destekledi?
26.10.2025 Kandil’de barış, Çağlayan’da savaş
24.10.2025 Hopa’dan sevgilerle
23.10.2025 Diyelim ki mahkeme Kılıçdaroğlu’nu yeniden CHP’nin başına geçirdi…
22.10.2025 Çözüm sürecini sabote mi ediyorlar?
02.11.2025 Cemil Bayık’a sormak istediğim soru: Fesih karşılığında ne kazandınız ya da kazanacaksınız?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı