Erdoğan’ın CHP’ye karşı son 225 günü: Bir adım ileri iki adım geri

30.10.2025 medyascope.tv

30 Ekim 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Bugün Esenyurt Belediye Başkanı, Cumhuriyet Halk Partili Belediye Başkanı Profesör Ahmet Özer'in tutuklanmasının birinci yılı. Kent uzlaşısı gerekçesiyle tutuklanmıştı, yani DEM Parti ile seçim ittifakı nedeniyle. Aynı zamanda yolsuzlukla ilgili de hakkında soruşturma var. Ve bu akşam Cumhuriyet Halk Partisi Esenyurt'ta 19.30’da bir miting yapacak. Çarşambaları yapılan İstanbul mitingleri, Esenyurt nedeniyle, yıl dönümü nedeniyle perşembeye alındı. Ama ben Erdoğan'ın Cumhuriyet Halk Partisi'ne savaşını 19 Mart'tan başlatmanın daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. 225 gün yapıyor. Belki zorlarsak Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat'ın gözaltına alındığı 13 Ocak'ı da milat olarak alabiliriz. O zaman 289 gün olur. O tarihi iyi hatırlıyorum. Rıza Akpolat'ın yolsuzluk nedeniyle gözaltına alınmasından sonra Beşiktaş Belediyesi'nin önünde yapılan bir mitingi izlemeye gittim. Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel ve bütün ilçe belediye başkanları, milletvekilleri, grup başkanvekilleri oradaydı. Açıkçası silik bir miting olmuştu ve insanlar ürkmüştü. Ürkmekte de haklıydılar çünkü sonra sıra onlara geldi, başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere. Oradaki o mitingi izleyen belediye başkanlarının önemli bir kısmı şu anda görevlerinde değiller, tutuklular. Bunu yaşadık. 225 gün geçti 19 Mart'ı milat olarak alırsak. Fakat her seferinde büyük dalgalar, operasyonlar oluyor. Herkes nefesini tutuyor, CHP yanlıları da iktidar yanlıları da. 19 Mart böyleydi zaten. Ve bir şeylerin biteceği düşünülüyor. O bir şey nedir? Ekrem İmamoğlu’dur, Cumhuriyet Halk Partisi'dir, genel olarak muhalefettir ve iktidarın 31 Mart yerel seçimlerinde aldığı o büyük hezimetin yargı eliyle üstünü örtüp örtemeyeceği beklentisi. Ve ilk şokla beraber muhalefet saflarında büyük bir karamsarlık ve ‘‘her şey bitti’’ duygusu. Bu şeye kadar gidiyor, işte "otoriterlikten totaliterliğe doğru evriliyoruz, artık seçim de olmayacak" duygusu. Fakat, bunu çok sık söyledik ama hep söyleyelim: 19 Mart'ın ilk anından itibaren Saraçhane'de yaşanan olay, direniş, toplumsal muhalefetle CHP'nin bir araya gelmesi, Özgür Özel'in gösterdiği büyük performans, mucizevi performans işin rengini değiştirdi. Ondan sonra operasyonlar devam etti.
Fakat burada şu olayı özellikle vurgulamak istiyorum. Erdoğan'ın 19 Mart'ın ardından birtakım hesapları vardı. Bu hesaplar neydi? Mesela İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne kayyum atamaktı. İkincisi, Cumhuriyet Halk Partisi'ne kayyum atamak ya da Cumhuriyet Halk Partisi'nin parçalanmasına yol açmaktı. Bunların hiçbirisi gerçekleşmedi. Ne oldu? Erdoğan geri adım atmak zorunda kaldı. Örneğin Ekrem İmamoğlu hakkında kent uzlaşısı nedeniyle de soruşturma açıldı. Oradan önce tutuklama kararı çıktı ama sonra ne olduysa o tutuklama tutuksuz yargılamaya döndü. Zira kent uzlaşısı, yani terörden tutuklanmış olsa İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne kayyum atanacaktı. Atanmadı. Bunun son anda vazgeçilmiş çok kritik bir geri adım olduğunun özellikle altını çizmek lazım. Bu konuda çok güçlü birtakım kulis bilgileri var. İsimler belliydi, kimlerin alacağı, şu ya da bu. Seçim kaybetmiş isimler de vardı ya da bakanlar da vardı ama olmadı. Yerine CHP grubu kendi vekilini seçti. Böyle gidiyor. Bu ilk büyük geri adımdı. Ondan sonra sürekli birtakım operasyonlar, bitmek bilmeyen operasyonlar, yeni ilçe belediye başkanları... Bunlara bakıyorum: 19 Mart, 25 Nisan, 20 Mayıs, 23 Mayıs, 31 Mayıs, 18 Temmuz. Her operasyonun ardından önce bir şok hâli, muhalefette yine bir karamsarlık hâli ama bir iki gün içerisinde olayın hemen normalleşmesi. Şimdi bunu şöyle düşünenler var, kısmen haklılar: Siyasi iktidar yargıyı siyasallaştırmayı normalleştirdi. Tamam, eyvallah. Ama siyasi iktidar yargıyı siyasallaştırırken ve bunu da normalleştirirken eline geçen birtakım tutuklu belediye başkanları, belediye bürokratları ve siyasetçi var. Tabii ki bunların tutuklu olması birçok açıdan sorun ve kötü bir şey, mağduriyet. Ama hâlâ siyasi iktidar, Erdoğan, CHP'nin yolsuzluktan kırılan bir parti olduğu konusunda bir imaj oluşturamadı. Hep böyle birtakım patlamalar oluyor. "Bu sefer oldu" deniyor, olmuyor. "Bu sefer oldu" deniyor, olmuyor.
Şimdi, bu yolsuzluk soruşturmaları dışında bir diğer husus, CHP kurultay meselesi. CHP'nin 4-5 Kasım 2023'teki 38. kurultayı hakkında önce Erdoğan partisinin 1 Şubat’taki Manisa Kongresi'nde dedi ki: "şaibeli kurultay" ve Kılıçdaroğlu da hemen atladı. Artık hâlâ var mı yok mu bilmiyorum, KRT diye bir televizyon kanalında dedi ki: "Ya bu şaibeli mi değil mi, bunu açıklasın CHP yönetimi" deyip Erdoğan'ın uzattığı o muz ortaya kafayı vurdu ama gol olmadı. Burada da mesela CHP kurultay davası ertelendi, ertelendi, ertelendi ve her seferinde ‘‘şimdi kayyum atanacak’’ ya da ‘‘mutlak butlan’’ bu kavram, ondan sonra ‘‘Kemal Kılıçdaroğlu gelecek, şu olacak, bu olacak’’ bekledik, bekledik. Bu bir hamleydi. Sonunda ne oldu? İktidar frene bastı, dava düştü. Bir diğer olayı nerede yaşadık? 2 Eylül’dü, değil mi? İstanbul'da Gürsel Tekin ve saz arkadaşları diyeceğim artık, çünkü dört kişi başladılar, iki kişiye düştüler. Ondan sonra binaya girme izni olan 20 kişi falan polis gazları eşliğinde CHP İstanbul il binasına geldiler. O ilk günü hatırlayın. O ilk günde yapılan yorumları hatırlayın. Yine onlar hep aklımda. Hep ‘‘bu film bitti’’ hâli ve özellikle muhalefetin içerisindeki bazı kişiler, yani bunu art niyetle yapmıyorlar, yani iktidarın uzantısı olarak yapmıyorlar ama iktidara o kadar büyük güç atfediyorlar ki ‘‘bu iş artık bitti, koptu’’ dediler. Kopmadı. Gürsel Tekin, nasıl diyeyim, bir kenara atıldı. Artık kimsenin umurunda değil. Geçen CNN Türk'e çıkartmış Ahmet Hakan yine ve altında artık il başkanı falan da yazmıyor: "Eski İstanbul Milletvekili." Artık kimsenin umurunda değil.
Bunların hepsi iktidarın tasarladığı şeyler değildi, yapmak istediği birtakım şeylerdi ve yapamadı. Bunun birtakım nedenleri var. Birincisi, en önemlisi, muhalefetin direnişi. CHP'nin burada bütün iç sorunlarına rağmen, bütün içerideki Truva atlarına, şunlara bunlara rağmen gösterdiği performans. Ekrem İmamoğlu'nun cezaevinden gösterdiği — ilk başlarda daha etkiliydi, zamanla etkisi azaldı ama Özgür Özel ve CHP genel olarak bunu kapatıyor — o performans ve CHP'nin toplumsal muhalefetle buluşması. Ve dikkat edin, bütün bu süreçte, 225 gün içerisinde CHP'ye diğer muhalefet partilerinden çok güçlü destekler gelmedi. Bazıları, TİP gibi bazı partiler başından itibaren açık bir şekilde yer aldılar. DEM Parti CHP'ye sözlü olarak destek verdi ama aktif olarak yer almadı faaliyetlerde, mitinglerde. Zaten o Altılı Masa'nın partilerinin hemen hemen hiçbirisi fiilen yer almadı, hatta bazıları hiç konuşmadılar, ki onların şimdi Erdoğan'ın çağrısını bekledikleri yolunda rivayetler var. Yani parti muhalefeti üzerinden büyük ölçüde destek almadan giden bir CHP'nin toplumsal muhalefetle bütünleşmesi olayı var. En önemli olay bu. İkinci önemli olay, Erdoğan'ın artık bu tür krizlerde çözüm üretme konusunda eskisi kadar yaratıcı olmaması. Onu özellikle vurgulamak lazım. Üçüncüsü, Erdoğan'ın bir zamanlar Ergenekon-Balyoz sürecinde olduğu gibi Fethullahçılar gibi komplo uzmanı, uluslararası ilişkileri de olan ve çok ciddi kadroları da olan bir müttefike sahip olmaması. Bunu hiç yabana atmamak lazım. Ki Fethullahçıların olduğu dönemde de bayağı zorlandılar ama sonuç aldılar. Hatırlayın, sonuç aldılar. Ordunun etkisinin kırılmasını gerçekleştirdiler Fethullahçılarla birlikte. Ve bakıyoruz o anlamda bugün iş başında olan, CHP'yi kriminalize etme operasyonunda iş başında olan yargı, güvenlik mensupları, medya, şu, bu Fethullahçıların geçmişteki performansının çok çok uzağında seyrediyorlar. Çok acemice yapıyorlar. Yani Fethullahçıları övmek için söylemiyorum, onlar kötülüğün en organize hâliydi. Şimdikiler organize bile olamıyorlar, yaratıcılık konusunda çok kısıtlılar.
Ve işte gelelim en son casus olayına. Casus olayı yine öyle oldu. Hep hatırlayacağım, memleketteydim, Hopa'daydım ve bir casus haberi çıktı sabahın köründe ve dedim ki birçok kişi gibi, "Artık herhalde işler bambaşka bir yere akacak." Çünkü casuslukla suçlanıyorlar. Yani suçlamanın doğru olabileceğini düşünmüyorsunuz ama çıtanın bu kadar yukarıya çıkarılması... Ama sonra bir bakıyorsunuz, yayında da dün söylediğim gibi Woody Allen'ın ‘‘Zelig’’ine benzeyen, her taşın altından çıktığını iddia eden bir adam ve casusluk dediği şeyler hiçbir iler tutar yanı olmayan bir şey. Olan Merdan Yanardağ'a ve kayyum atanan Tele1'e oldu. Ama ne oldu? İlk gün yaşadığımız şokun ardından bu büyük hamle, yani öyle sandık, fos çıktı ve sonuçta ben de bu yayının başlığına "Bir adım ileri, iki adım geri" attım. Bu nedir? Bilen bilir. Lenin'in 1904'te yazdığı bir kitaptır. Orada Komünist Parti içerisindeki klik savaşları üzerine yazılmış bir kitaptır. Vakti zamanında okur gibi yaptığım olmuştu. Hiçbir şey hatırlamıyorum ama başlığını asla hiç unutmayacağım. Siz ileri hamle eden insanın, saldıran insanın, iktidar sahibi olan insanın kazanacağını düşünüyorsunuz. O hamleyi hatırlıyorsunuz çünkü o hamle zarar veriyor; ama sonra geri adım atmış olduğunu ıskalıyorsunuz. Dolayısıyla, bu 225 günde tabii ki insanlar mağdur oldu, özgürlüklerinden edildiler, belediyelere kayyum atandı ya da birtakım Bayrampaşa'da olduğu gibi katakullilerle belediyelere çöküldü, şu oldu, bu oldu; ama AK Parti oy kaybetmeye devam ediyor, destek kaybetmeye devam ediyor, Cumhuriyet Halk Partisi birinci parti olmaya devam ediyor. Yakında iddianameler açıklanacak. O zaman da çok fazla bir şeyin değişeceğini hiç sanmıyorum. Yani bu olayda Erdoğan'ın kazanmak için elinden gelen her şeyi yaptığına ama elinden çok fazla bir şey gelmediğine; kazanmak istediği, karşı tarafa kaybettirmek istediği ölçüde karşı tarafı güçlendirdiğine tanık olduk 225 günde. Yine birtakım operasyonlar olabilir, yine "artık bitti bu" diyebiliriz ama bir gün sonra bakarız ki pek bir şey değişmemiş.
Bugün ithafımız kime olsun? Evet, dört yapraklı yoncanın üçüncüsü diyelim. Önce Türkan Şoray'la başladık, Filiz Akın'la gittik, Fatma Girik'le devam ediyorum. Kimse kusura bakmasın, Hülya Koçyiğit'in adını anmayacağım, yani adını anıyorum ama ona bir yayın ithaf etmeyi asla düşünmediğimi şimdiden söyleyeyim. Sevenleri varsa da bana kızabilirler, hiç önemli değil. Fatma Girik 1943 doğumlu ve 15 yaşında sinemaya başlamış ve 200’e yakın film çevirdiği söyleniyor. Bu filmlerin büyük bir kısmı, nasıl denir, piyasa filmi. Komediler var. Bir kere gençlik yıllarında oynadığı "Erkek Fatma" "Şoför Nebahat" gibi roller var. Hani "erkek gibi kadın" denilen, zaten "Erkek Fatma" filmi de öyle bir şey. Böyle bir yönü var Fatma Girik'in. Ama onun dışında çok da önemli filmlerde, mesela "Yılanların Öcü" "Kuma" gibi filmlerde oynamışlığı var ve Kemal Sunal'lı filmlerin önemli bir kısmında da oynamış birisi. Bir dönem de SHP'den Şişli Belediye Başkanlığı yapmıştı Fatma Girik. Bugün CHP'den olsaydı başına ne gelirdi? Allah göstermesin diyelim.
Fatma Girik'in bir diğer özelliği de, yani birçok özelliği var ama hep o çok erken yaştan itibaren birlikte olduğu Memduh Ün. Memduh Ün, Türk sinemasının, Yeşilçam'ın bir zamanlar en önde gelen yapımcısı, yönetmeni, her şeyden anlayan birisiydi. Piyasayı önemli ölçüde kontrol edenlerden birisiydi. Onunla evlenmeden bir ömür boyu birlikte olması olayı var. O da apayrı bir özelliktir. Hep öyle kalır. Zaten bu yoncaların içerisinde bu noktada Türkan Şoray ve Fatma Girik'in birbirlerine benzeyen yönleri var. Kendisini 2022'de Ocak ayında kaybetmişiz. Torba’da Memduh Ün'ün yanına defnedilmiş Fatma Girik. Kendisi akla geldiğinde insanın yüzünü gülümsetir. Ama bir ara televizyonda "Söz Fato'da" diye bir program da yapmıştı. Onu izleyenler hatırlayacaktır. Orada bir anlamda eli maşalı gibi, her şeyi kontrol eden kadındı. Hani "hükümet gibi kadın" derler ya, öyle birisiydi. Nur içinde yatsın. Kendisini saygı ve sevgiyle anıyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
02.11.2025 Cemil Bayık’a sormak istediğim soru: Fesih karşılığında ne kazandınız ya da kazanacaksınız?
01.11.2025 Ve Selahattin Demirtaş sahalara döndü!
30.10.2025 Erdoğan’ın CHP’ye karşı son 225 günü: Bir adım ileri iki adım geri
29.10.2025 Çözüm sürecinde kazananlar ve kaybedenler | Mehmet Gürses yorumluyor
27.10.2025 İmamoğlu, Özkan ve Yanardağ’ın casuslukla ne ilişkileri olabilir?
26.10.2025 23 Haziran 2019’da Demirtaş Öcalan’a rağmen, hatta ona inat olarak mı İmamoğlu’nu destekledi?
26.10.2025 Kandil’de barış, Çağlayan’da savaş
24.10.2025 Hopa’dan sevgilerle
23.10.2025 Diyelim ki mahkeme Kılıçdaroğlu’nu yeniden CHP’nin başına geçirdi…
22.10.2025 Çözüm sürecini sabote mi ediyorlar?
02.11.2025 Cemil Bayık’a sormak istediğim soru: Fesih karşılığında ne kazandınız ya da kazanacaksınız?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı